Yüzyılların kaderi
Hiçbir yüzyıl aslında sadece o yüzyıl değildir. Mesela 19. Yy. 19. Yy.’da (1801’de) başlamamışdır; asıl başlangıcı bir önceki asırdadır; yani Paris Halkı’nın Bastille Şatosu’nu basarak, sonradan Büyük Fransız İhtilali diye adlandırılacak olan hareketi başlatdığı 14 Temmuz 1789 tarihidir. 20. Yy. ise gerçekde 1870 tarihli Sedan Meydan Muharebesi ile başlamışdır. Bilindiği üzere (acaba sahiden öyle mi?) o yıl Prens Otto von Bismarck önderliğindeki birleşik Alman hükümdarlıkları ordusu Sedan Sahrası’nda Fransa’yıağır bir yenilgiye uğratmış, ardından Bismarck, sayıları irili ufaklı üçyüze varanAlman Beayliklerini tamamına yakının birleştirerek „İkinci Reich/Rayh“ (İmparatorluk) adı verilen Modern Alman devletini kurmuşdur.
Daha eski çağlarda ise durum daha bile karmaşıkdır. Örneğin İlkçağ dediğimiz zaman dilimi binlerce yıllık bir tarih safhasısı ifade eder.
Fakat günümüze yaklaşdıkça bu „çağ“ların gitgide kısaldığını tesbit ediyoruz. Mesela 20. Asır gerçi muhteva olarak, karakteristik olarak 1789’da başlamışdır ama 1945’de de hitama ermişdir. Ondan sonra gelen çağı ise artık içinde başladığı asırla değil biraz başka türlü adlandırmışız; Atom Çağı demişiz, arkasından Uzay Çağı’na hoplayıvermişiz.
Doğrusu halen hangi çağda bulunduğumuzu tam olarak ben de bilmiyorum. Babıali’de her salataya maydanoz olan bir sürü arkadaş var; sorun onlardan birine size sevabına hemen söyleyiversin...Böylece ben de öğrenmiş olurum.
***
Şaka bertaraf, halen hangi çağda yaşadığımızı gerçekden tam olarak bilemiyorum. Şöyle yahut böyle uygun düşebilecek epeyi isim var.
Öte yandan her asra ille bir de ek isim takmak da elbet şart değil. Alt tarafı sayısı var, onu söylersiniz. Ancak o asır ileride ‚Benim başım kel miydi ki bana bir ad vermeye bile tenezzül etmediniz?’
diyerekden posta koymaya yeltenirse bu da ayrı bir derd.
Aşağı tükürseniz sakal, yukarı tükürseniz takma kirpikleriniz...
Kısacası şu tarihi yüzyıllara göre taksim numarasını kim çıkardıysa pek de iyi etmemiş.
Kaldı ki kime göre yüzyıl?
Avrupa’nın 19. Yüzyılı Osmanlının 13. Yüzyılına teqabül ediyor.
O sıralar Yahudilerinse 4000 bilmemkaç yüzyılıncı Yüzyılı...Lakin aynı zamanda Keçua Kızılderililerinde farz-ı muhal Papağan Yılı sürüyor. Veya Arslan Yılı...Hem de en az belki yirminci keredir...
Yok, bu işler böyle yürümeyecek...Yazdıkça sinirleniyorum!
Oysa hokkanın ağzını açıp kamış kalemi yontarken ne güzel edebi bir mezvuu ele alacakdım; söz timsali „Herkes zındanını içinde taşır“ yahut ne bileyim „Çağın salasını işitemeyenler kendi cenaze namazlarına dahi yetişemezler“ gibilerden hoş bir mesele...
Kısmet değilmiş...
***
En iyisi biz yine her başımız sıkışınca yapdığımız gibi yine edebiyata sığınalım ve çağın ruhuna uygun şu mısralarla oturup daha şimdiden iftarı beklemeye koyulalım:
„Beni lütfen bir çukura gömmeyin!
Gövdemi balıklara ikram edin!
Keşke bir yaz sonu ve akşamleyin
Bir tekneden kaysa cesedim suya;
Ne seccade ne secde ne takunya;
Dua mua mırıltısını kesin!
Beni afiyetle balıklar yesin!“
***
(İrticalen ancak bu kadar olur; beğenmeyen ortanca kızını vermesin! Ben zaten evliyim, aklımda yanlış kalmadıysa...)