Hepsi, hepsi, hepsi, hepsi... Tabak, çanak, tava, tepsi...
Haftalardan beri Ortadoğu’da (bence daha doğrusu Önasya’da) bundan tam 100 sene önce bir İngilizle bir Fransız (Mister Sykes ve Monsieur Picot adlı iki hergele) tarafından yeşil çuhalı masa başında çizilmiş, zâten başdan aşağı gayrı-meşrû sun’î sınırların artık raf ömürlerini fersah fersah geride bırakarak Târih Baba’nın kâğıt sepetine, ah, ne sepeti, çöp kovasına boca edildiğini konuşup duruyoruz.
(Bayağı oturaklı bir cümle oldu; bakalım ardını da getirebilecek miyiz? Deneyelim!)
İyi ediyoruz da, onların yerine ne koyacağımız meselesine pek değinen yok.
Oysa herkesin aklı asıl orada.
Nasıl olmasın ki? Eski (yâni asıl!) Dünyâ’nın tam merkezine oturmuş, altı küsur milyon kilometrekarelik, üstelik de fevkalâde zengin doğal kaynaklara sâhib ve üstelik 250 milyon nüfuslu bir bölgeden bahsediyoruz.
20. Yy.’ın ilk çeyreğinde bu yıkımlar yaşanırken Bölge’nin o âna kadarki 450 senelik efendisi ve hâmîsi (isterseniz buna kılıcı ve kını da diyebilirsiniz; daha heyecanlı olur) Türkiye can havliyle ancak 775.000 km.2 toprağa sıkışıp kalmışdı ve müteakib 50/55 yıl boyunca da ancak yaralarını yalamakla vakit geçirebildi.
Bugün durum farklı.
Artık bu yara yalama faslı sona erdiği gibi ayrıca çevremizdeki manzara da adamakıllı değişik.
Bir kere fütûhat devirleri çokdan geride kaldığı ve Türkiye’nin de zâten artık pek böyle bir derdi bulunmadığı için mesele yeni toprak kazanımı değil, sâdece belki üzerinde yüzde yüz hak iddia edebileceğimiz bâzı kesimler bir kenarda durmak üzere mesele, Türkiye’nin yakın komşularıyla münâsebetlerini nasıl yeni bir düzene sokacağı sualine mâqûl bir cevab bulmakdır.
Kuzey Kıbrıs’ın, Kuzey Irak’ın, Kuzey Sûriye’nin ve Batı Trakya’nın müstakbel statüleri ne olacak?
Türkiye, güneydoğusundaki birkaç vilâyetini Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye ile birleştirerek iki eyâletli bir „Birleşik Türkiye Cumhûriyeti“ mi kuracak?
Belki buna bir Âzerbaycan da katılacak mı, yoksa bu ülkeler inanılmaz bir dirâyetsizlik ve hamâkat örneği sergileyerek kurda kuşa yem mi olacaklar?
Bizler tabii, yok efendim, bayramlarda câmilere kaçar mumluk ampuller konulsa veyâ kadın bakanlar gözlerine hangi marka sürme çekse AB’ye daha kolay gireriz gibi „önemli“ problemlerle uğraşırken bu gibi „fer’î“ konulara zaman ayırabilemiyoruz; ama o zaman kaçar mumluk ampul konacağına da Brüksel’de, Moskova’da (pardon, Maskva’da) Mekke-i Mükerreme’de yâhut Medîne-i Münevvere’de karar veriliyor.
Belki Tehrân-ı Tehammülfersâ’nın da ağzı sulanmaya başlamışdır bile... Eğer o sulanma 600 yıldır tek bir gün dindi idiyse bile...
Bu konularda Sayın Anamuhâlefet Şeysi Bay Kılıçdaroğlu’dan ve dahî be-tahsis Türklüğün Çetin Savaşçısı Devlet Bey’den de sadre şifâ olacak oturaklı yanıtların yolda olduğundan da emîniz tabii... Ağleb-i ihtimâl yarın sabah postadan çıkarlar.
Fakat bizler yine de ciddiyetimizi muhâfaza edelim, yakışıklı ağbiyler, civelek ablalar...
Ha, bir de hazır açılmışken:
Güneş kremi alırken cildinize uygun olanını seçiniz ki paranız boşa gitmesin!