Gül kokladık lağımlar ortasında
Bugün sizlere zekâ ve kültürünüzün balta girmemiş ormanları için bir tırpan armağan etmek istiyorum; bu yazıyı o niyete okuyunuz!
Önce bir suâl:
Sanatçı ismi Sıla olan bir hanım şöyle demiş:
“Kesinlikle darbe aleyhdârıyım ama bu şovun (son Yenikapı Mitingi’nin, y.a.) içinde olmak istemiyorum.“
Bunun üzerine Yüce Türk Halkı bu hanıma karşı, ağza alınmayacak küfürlerle öyle bir nefret kampanyası başlatdı ki , on gün sonra 96. Yıldönümünü tes’îd etmeğe başlayacağımız ve 30 Ağustos günü zaferle sona eren “Büyük Taarruz“ haltetmiş...O hırsla 1922’de Yunan Gâvuru üzerine savlet edilseydi muhârebe ağleb-i ihtimâl beş gün beş gece sürmez, daha ikinci günü sabah ezanı okunurken düşman, gözleri dehşetle yuvalarından fırlamış halde ve saatde en az 75 kilometre sür’atle kaçmağa başlamış olurdu.
Kızcağızın o kadar haqârete nasıl dayanıp da hayatda kalmayı başardığı, zihnimde ebedî bir muammâ olarak kalacakdır. Çelik gibi sinirleri varmış, brava, bravissima!!!
Ben ufak bir bölümüne denk gelmek bahtsızlığına uğradım, miğdeme kramplar girdi, ellerim titremeğe başladı, bırakdım.
Aradan beş altı gün geçdikden sonra, artık nasıl olduysa, anlaşıldı ki meğer Yüce halkımız o cümlenin ancak son beş kelimesine göre hüküm vermiş: “Bu şovun içinde olmak istemiyorum.“
Biliyorsunuz ki “Türk Milleti zekîdir!“
Hem de Yüce Önder’den icâzetli olarak zekîdir. Öyle ya, böyle olmasa koskoca Atatürk bu lakırdıyı herhalde laf olsun, torba dolsun faslından tekellüm etmezdi, n’est-ce pas?
Öte yandan zekâ ile hâfıza farklı şeylerdir.
Evet, Türk Milleti zekîdir zekî olmasına, evvelallah ama, hâfızası biraz zayıfcanadır, maatteessüf!
Söz temsîli bir metin okurken gözünün en son ilişdiği beş kelimeden gerisini aklında tutamaz.
Bu bakımdan yukarıki mâhut cümlenin de yalnızca “bu şovun içinde olmak istemiyorum.“ kısmını aklında tutabilmiş ve hâliyle küplere binmişdir.
E, ben de olsam küplere binerdim.
Şincik denilecek ki “Peki, sen Türk değil misin, Dümbük?“
Yok, estağfurullah, ben de elbetde Türk’üm...Türk’üm Türk olmasına da... Uzun yıllar yurddışında yaşamakdan biraz karakterim dejenere oldu... Zamanla, ayıbdır söylemesi, hattâ dokuz/on kelimelik cümleleri dahî , sonuna geldiğimde, başını unutmuş olmaksızın okuyabiliyorum.
Bu durum beni endîşelendirmeye başladığı için psikanalistime anlatdım.
“Telâşa mahâl yok; günde bir büyük rakı içip haftada iki üç defâ da 50’şer miligram kokain alırsanız en geç altı ay içinde taş gibi olursunuz, değil beş kelimeden uzun cümle, adınızı bile hatırlayamazsınız.“ dedi de içime biraz su serpildi.
Öyle ya, ben milletimle ters düşmek istemem. Ne diye kendime “Avrupalı Özentisi Pis Züppe!“ dedirteyim?
***
Cümlenin başı sonu derken aklıma geldi:
Nasreddin Hoca’ya konu-komşu laf dokundurmuş:
“Hoca, hayırdır inşallah ama, seni nedense yıllardır bir kerecik olsun câmide/namazda görmedik; bu nice işdir?“
Hocadır, eydür:
“Behey Cühelâ Takımı, behey Gaafiller, Şeyhülislâmın fetvâsından da mı bî-habersiniz?“
“Ne fetvâsı, ne demiş ki?“
“Ne diyecek? Câmiden/namazdan uzak durun diye emir veriyor“
“Olur mu, Hoca?“
“Sizlere yalan mı söyleyeceğim? Fetvânın müftüden tasdiqli sûreti medresede duruyor; isterseniz gelin göstereyim.“
“Vallâhi, Hocam, kusûra bakma ama görmeden inanmayız.“
Hemen gidip bakmışlar; hakıykaten de öyle bir fetvâ var.
“Câmiden/namazdan uzak durunuz!“ yazılı...
Yazılı ama cümlenin başında bir kelimecik daha var:
“Sarhoşken...“
***
Dedim ya, ben bu hanımı tutdum.
Giderayak ona son bir kıyak daha geçeyim bâri...
Demin oturup ona bir de şarkı sözü yazdım.
Övünmek gibi olmasın çok iyi şarkı sözü yazarım. Bir ara epeyi merak sarmışdım. Ben söz yazıyordum, Zülfü de besteliyordu. Gerçi Zülfü n(r)ota bilmez; zâten ortaokul mezûnudur; edebiyat, târih, coğrafya filan da bilmez ama lay-lay-lom metoduyla beste yapabilir. Onları da
Kardeşi Ferhat, ki esaslı bir müzisyendir, notaya geçirir (di).
Gerçi ahlaksızlığından, dönekliğinden ve ödlekliğinden ötürü ben Zülfü’yü defterden sileli en az 25 yıl olmuşdur ama bu şarkı sözlerini besteler ve Ferhat da notaya geçirirse muhteşem bir dönüşü olabilir. Günümüz Türkçesiyle bir come-back... Lafın turşusunu kurmayalım:
NEO-KEMALİZM
Zamânın amansız, keskin dişleri;
Usul usul onu bile kemirdi;
Ardından adamakıllı semirdi;
Böyledir kahbe dünyânın işleri...
Tuhafdır, yıllar yılı bizler için
Sanki bir ikonaydı ve kutsaldı;
Dedim ya, kendini koyverdi, saldı;
Sonunda çirkefli sulara daldı...
Unutmadan: Hiç yalan söylemedik;
Oniki Eylül’de ve sonrasında!
Ne asmak ne kesmek, dediğim dedik;
Gül kokladık lağımlar ortasında...