Aklın yolu- Yolun sonu (1)
Nasıl tasnîf ederseniz edin, bir rejimi diğerinden ayıran vazgeçilmez şart, ikisi arasında; temele, istinad duvarlarına ve çatıya ilişkin belirgin farklar bulunmasıdır.
Bu bakımdan biz hâlen (1992 Yılı’nda, Y.A.)‚ Üçüncü Cumhûriyeti yaşıyoruz.
nBirinci Cumhûriyet, 23 Nisan 1920-27 Mayıs 1960 arasıdır. 29 Ekim 1923 değil, çünki o, doğup yaşayacağı ve sür’atle gürbüzleşeceği belli olan bebeğe nüfus kaydının yaptırılması, adının konulması târihidir.
İkinci Cumhûriyet, 27 Mayıs 1960-12 Eylül 1980 arası.
Üçüncü Cumhûriyet ise 12 Eylül 1980’de başlayıp, birtakım törpülenmelere rağmen (1992 sonlarına doğru, Y.A.) hâlen devâm eden rejim...
Burada acı bir tebessümü bastıramadım. (Un certain sourire!) Benim 1992 yılı sonlarında „hâlen 12 senedir devâm eden rejim“ diye adlandırdığım rejimin 2016 yılında da „hâlen devâm eden rejim“
olarak tepemizde bulunması bilmem ki Yüce Türk Milleti’nin hangi yüce hasletiyle îzâh olunabilir. Ben gerçi bunu biliyorum ama bu yaşdan sonra mahbus damlarında sürüm sürüm
sürünmek de istemem doğrusu... Onun için en iyisi belirli hususlarda çeneni tutacaksın!
***
Birinci Cumhûriyet’in belirgin özelliği ‚Kemalist’ oluşudur; zâten başka ne olacakdı ki?
Kemalizm’in belirgin özelliği ise öyle bâzı yarı câhillerin öne sürdüğü üzere „Altı Ok“ filan değildir. Altı Ok, CHP’nin 1935’de kendisi için kabûl etdiği altı prensipdir.
Kemalizm’in vazgeçilmez şartları ise ikidir:
Hâkimiyet-i Milliye
İstiqlâl-i tâm
„Altı Ok“ ile sembolize edilen ilkelerden bir bölümü zâten o devrin şartları öyle gerektirdiği için muvakkaten benimsenmişdir; meselâ „Devletçilik“ gibi...
Bir kısmı ise „Ana İlke“nin zâten zımnında mündemiçdir, yâni içinde saklıdır; meselâ „Laiklik“ gibi, çünki laikliği kaldırdınız mı onun bizdeki karşıtı „Şeriat“ olacağından „Hâkimiyet-i Milliye“ prensibi hapı yutar.
Millet kavramı kalkıp yerine ümmet kavramı geleceği için...
Milliyetçilik ise esâsen muz gibi ne niyetine yerseniz o tadı veren bir nesnedir.
Eğer saldırgan ve ırkçı bir milliyetçilikse onun Kemalizm içinde zâten yeri olamaz.
Yok yurdseverlik anlamındaysa bunun için zâten Kemalizm’e gerek
yokdur; geçelim...
Öte yandan Birinci Cumhûriyet 1938 sonbahârında, hani neredeyse Yüce Önder’in cesedi daha soğumadan ardarda ölümcül darbeler yemeğe başlamışdır:
Paşalar, Halk Fırkası eşrâfı ve bir küçük burjuva elitist kalemşörler takımı derhâl dar sâhada sıkı bir paslaşma içine girerek Atatürk’ün en yakın mesâî arkadaşları olan Celâl Bayar’ı, Tevfik Rüşdü Aras’ı, Ali Fuad Cebesoy’u ve diğerlerini işbaşından uzaklaşdırıp onların yerine Atatürk’ün yanından sürdüğü İsmet İnönü ile takımını getirmişdir.
Bu tam bir jakoben (tepeden inmeci) darbedir ve Yüce Önder’in vasiyetine ihânetdir!
Üstelik „İstiqlâl-i Tâm“ ilkesi de yeni iktidar sâhiblerinden nasîbini almakda gecikmedi:
12 Mayıs 1939’da (Gâzî öleli daha altı ay yeni olmuş!) Bir „Türko-Britanik Deklarasyon“ yürürlüğe girdi. Buna göre, Türkiye ve İngiltere Akdeniz’de „müşterek düşmanlara karşı askerî harekât“ öngörüyorlardı.
19 Ekim 1939’da (Ata’nın ölümünün daha senesi dolmamış!) bir „Türk-İngiliz-Fransız İttifâkı“ imzâlandı ki bu da „askerî, ekonomik ve mâlî işbirliği“ni öngörüyordu.