5816 sayılı yasa, barbarlığa tepki göstermeye engel mi?
Antalya’da, Lara’da yaşanan bir olay:
“Bir işyerinde, üzerinde Atatürk görseli bulunan etiketleri yere atarak üzerine basan yabancı uyruklu şahıs, dükkan sahibinin ve bir grubun saldırısına uğrayıp darp edildi ve ardından polisçe tutuklandı.”
Kamera kayıtlarından izlenebilen olay şöyle gerçekleşti:
-Yabancı uyruklu bir kişinin, elindeki etiketleri (stickerları) yere atıp ayağıyla basması üzerine, tezgahın arkasından fırlayan iş yeri sahibinin tekme ve yumrukla kendisine saldırdığı ve adamın dükkandan çıkıp kaçmaya başladığı görülüyor
-Dükkan sahibi ve çevredeki bir kaç kişi tarafından kovalanan şahıs bir köşede yakalanıyor ve grupça saldırılarak dövülüyor
-Şahıs, olaya el koyan polis tarafından tutuklanıyor ve hakkında yasal işlem başlatılıyor.
Antalya Lara’da Şok Olay: Atatürk Stickerine Saygısızlığa Uçarak Cevap Verdi! pic.twitter.com/Rd21IbFuMO
— Antalya Hakkinda (@AntalyaHakkinda) November 13, 2024
Olayla ilgili İnternetteki haberlerin altına gelen binlerce yorumun hemen hemen tümünde, yabancının eylemi karşılığında polisçe tutuklanmış olmasından çok, kendisine saldıranlara övgüler düzen, onları kahramanlaştıran ve yediği dayağın ne kadar yerinde olduğunu belirten değerlendirmeler yer aldı. Topluca saldırıya uğrayıp linç edilircesine dövülmesini kınayan veya eleştiren yorum neredeyse hiç yoktu…
Olayın seyrini ve sonuçlarını “X” sosyal medya hesabımdan yaptığım paylaşımda şöyle değerlendirdim:
“Polise haber vererek adamı tutuklatmak yeterliydi…”
“Dövmek, darp etmek, ilkel ve barbarca bir davranış”
“Hem, linç edercesine topluca saldırmakla gelişmemiş bir Ortadoğu ülkesi olduğumuzu tüm dünyaya göstermiş oluyoruz.”
“Bu suçun cezası, yasalarda belirlenmiş.”
“Adam zaten polisçe tutuklanmış; eyleminin hesabını yasalar karşısında verecekti..”
Bu paylaşımım toplamda 4.500 civarında görüntüleme aldı, yok denecek sayıda, sadece 4 kişi tarafından beğenildi, lehte veya aleyhte tek bir yorum gelmedi.
Yabancıya saldırı eylemini onaylayanlardan değerlendirmemin aleyhine hiç yorum gelmemesi anlaşılabilir bir durum. Çünkü, kendi başına bir suç teşkil etse de herhangi bir eyleme karşı şiddet kullanılmasının doğru olmadığını ve ancak yasalar çerçevesinde cezalandırılması gerektiğini vurgulayan böyle bir paylaşıma, şiddete taraftar olanların bile açıkça karşı çıkması mümkün değil.
Yabancı hakkında yasal işlem yapılmasının yanında, bir de saldırıya uğrayarak darp edilmesini doğru bulmayan, ancak bunu, olayın haberleştirildiği sosyal medya platformlarında yorumlarıyla açıkça kınama yürekliliğini gösteremeyen geniş bir kesimin var olduğunu biliyoruz.
Burada esas vahim olan durum, bu kesimin,
ilgili hakkında polise ihbarla ve yasal sürecin başlatılmasıyla yetinilmesi gerektiğini, şiddet kullanmanın hiç bir şekilde doğru olmadığını belirten ve aslında ifade etmekten çekindikleri hislerine tercüman olan X’teki paylaşımıma yönelik bir beğeni veya yorum yapmaktan da kaçınmaları ve tamamen suskun kalmış olmalarıdır.
Hiç şüphesiz, bu kitleden hiç bir ses çıkmaması, açıkça böyle bir beğeni yapmaları halinde; haklarında, hukuki bir illiyet bağı kurulamasa da Atatürk’e karşı saygısızlık yapan yabancının eylemini olumlu buldukları yargısının oluşacağı ve belki bu sebeple takibata uğrayacakları ve mahkemelerde hesap verecekleri korkusudur.
Gerçeği, sağduyunun sesini, makul ve mantıklı olmayı ve hakkaniyetli davranma gereğini dile getirmenin hiç mi destekleyeni, takdir edeni olmaz?
Burada Şiddet kullanılması, neden hiç bir şekilde kabul edilemez?
Etiketleri yere atarak üzerine basmakla açıkça saygısızlık yaptığı görülen adam;
-Zihinsel özürlü olabilir
-Yabancı olduğundan, etiketteki resmin kime ait olduğunu bilmeyebilir
-Atatürk’ü tanıyor olsa da Türk toplumu için ne anlama geldiğini bilmiyor olabilir
Gerçek durumunu tam anlamadan ve polis marifetiyle yasal gereğinin yapılmasını sağlamadan, topluca ve barbarca saldırıya geçilmesini olumlu mu bulmalıyız?
Elbette ki hayır!
Çünkü zaten tutuklanmış ve 5816 sayılı yasa gereği eyleminin hesabını verecektir.
Ayrıca, uğradığı saldırı sonucu beyin travması geçirebilir, sakat kalabilir, hatta canından bile olabilir.
Şimdi, ortaya çıkan tabloyu hukuki yönden ve genel çerçevede analiz edelim:
Burada 3 ayrı suç işlenmiştir:
-Atatürk’ün hatırasına saygısızlık, (5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Kanunu’na muhalefet)
-Bir kişiye, grup halinde yapılan saldırı ve darp (Kasten yaralama ve eziyet, TCK: 86 ve 91)
-Kişilerce sosyal medya hesaplarından şiddet kullanımının ve darp eyleminin olumlu karşılanması ve darbı gerçekleştirenlerin takdir edilmesi (Suçu ve suçluyu övme, TCK: 215)
Hatırası yasa ile korunan bir kişiye karşı yapılan saygısızlığın cezası, bir hukuk devletinde, yasada eylemi için öngörülen cezaya çarptırılmaktır. Polisin ve adli mercilerin yerine geçen ve durumdan vazife çıkaran bazı insanların toplu saldırısına uğrayarak dövülmek değildir.
Saldırılan kişinin Atatürk’e hakaret eyleminden ötürü dövülmesi, hatırasına saygısızlık yaptığı kişinin de ülkenin kurucu lideri olması, kendisine yönelik darp eyleminin suç niteliğini ortadan kaldırmıyor.
Dolayısıyla, bu nedenle kendisine karşı işlenen suçun gözardı edilmesi ve cezasız kalması meşru ve haklı gösterilemez.
Aynı çerçevede, darp girişiminin Atatürk’e karşı saygısızlık gibi bir eylem bağlantılı olması, uygulanan şiddet karşısında koskoca bir toplumun bütünüyle suskun kalmasının makul ve haklı bir gerekçesi olamaz.
Bu durumda, yabancıya eylemi gereği 5816 sayılı yasaya muhalefetten işlem yapıldığı gibi, kendisine saldıranlar ve darp edenler, ayrıca işledikleri suçu övenler hakkında da herhangi bir adli işlem yapılıp yapılmadığını sormak gerekir.
Eğer yapılmadıysa, bir hukuk devleti olan Türkiye’de, ceza kanunu hükümlerinin eşitlik ve tarafsızlık ilkelerine göre adil uygulanıp uygulanmadığı konusu sorgulanacak duruma gelir.
Olaydan Türk toplumunun karakter yapısı ve psikososyal davranış profiliyle ilgili çıkarılabilecek sonuçlar:
Türkiye garip bir ülke…
İdeolojik gerekçeler ve motivasyon ögeleriyle hareket eden bir kesim, şiddetin kendi ideolojileri ve beklentileri doğrultusunda, hasım gördüğü kişilere uygulanmasında bir sakınca görmüyor. Hatta, bu doğrultuda gerçekleştirilen şiddeti ve darp eylemini topluca alkışlıyor.
Şiddetin ideolojik gerekçelerle kullanılması durumunda, hele şiddete başvurulmasına neden oluşturan olay ayrıca yasalar karşısında suçsa ve cezai yaptırım konusu ise, şiddet kullanmak “meşruiyet” kazanıyor ve onu kullananlar lehine bir “hak” haline geliyor.
Atatürk’ü ideolojik bir simgeye dönüştüren ve politik amaçları doğrultusunda bayraklaştıranların, 5816 sayılı yasanın sağladığı koruma duvarını kendilerine siper alarak muhalif kesime karşı kazandıkları pozisyonel üstünlük, kalıcı bir rüçhaniyete ve ayrıcalığa dönüşüyor ve zamanla bu alanda tek söz sahibi olma, norm belirleme ve herkese ayar verme hakkını kendilerinde görmeye başlıyorlar.
Davranış ve eylemleriyle 5816 sayılı yasa nezdinde suçlu duruma düşenlere karşı şiddetin bir araç olarak kullanılması, sosyal lince tabi tutulmaları ve bu yönlü tutumların zamanla bir davranış normuna dönüştürülmesi, yasanın sağladığı tartışılmazlık ve eleştirilmezlik zırhı altında gelişen bu tahakkümcü zihniyetin eseridir.
Nereden bakarsanız bakın, kiminle veya hangi konuyla ilgili olursa olsun, açıkça sergilenen bir barbarlığa, “ancak,” “ama…” “her ne kadar…” “ise de…” gibi istisna bağlaçlarıyla onay vermek, taraftar olmak, seyirci veya suskun kalmak bir toplum adına bir utanç kaynağı ve düşüklük göstergesidir.
Örneklem niteliği taşıyan bu tür mikro ölçekli olaylar Türk toplumunun sağduyu, olgunluk, adalet ve tarafsızlık testlerinden sınıfta kaldığının birer işaretidir.
Adalet sistemi bozulan, eşitlik ve tarafsızlık ilkelerini kaybeden bir toplum, huzur ve barış içinde bir arada yaşama iradesini kaybeder ve geleceğe yönelik güven vermekten uzaklaşır.
Malcolm X’in sözleri, bu konuyu en iyi şekilde özetliyor:
“Doğru, doğrudur; kim söylerse söylesin”
“Yanlış, yanlıştır; kime karşı yapılırsa yapılsın”