Yanıyoruz, kül oluyoruz!
Günlerdir yanıyoruz, kavruluyoruz, kül oluyoruz
Serde her yeri saran kara küller ağır ağır dolanıyor ki sormayın gitsin
Kalplerimiz kül ufak oldu, kolumuz kanadımız tutmaz oldu
Hele bir de doğanın kara ağıtı her yeri kapladı ki sormayın gitsin
İnceden inceye her yeri sardı, sızım sızım yaktı hepimizi
***
Tüm yeşillerimiz hep bir olup feryat ederken, yardım eli beklerken
Alevlerin içinde kaçışan o masum canlarımız, korkuyla, can havliyle yardım isterken
“Şu kadar uçağımız var, bu kadar yok” tartışmaları yapılıyor!
Sadece konuşuluyor; şu uçağımız antika, bu bakımsız, şu son teknoloji, şuradan geldi, buradan gelecek
Ve olanı itibar uçakları, biteni ise yangın söndürme uçakları
Çözüm desek çözüm yok. ‘Kriz yönetimi nerede?’ diye sorsak bilen yok
***
Tüm bu tartışmalar bir yana, alevlerde yumurtalarını korumaya çalışırken ölen bir kuş fotoğrafı mıh gibi saplandı yüreğime
Belli ki anne kuş uçabilecekken uçmamış, yavrularına kanatlarıyla siper olmuş ve öylece kalakalmış
Hele bir de allı turnalarımızın yası daha bitmemişken, yaralarımız daha kabuk bağlamamışken
Göllerimiz, nehirlerimiz bir bir kururken, alabildiğine her yer beton olurken
Can dayanmıyor bu kara günlere, arşa ulaşan çaresizliğimize
***
Ya Manavgatlı Ali amca! Kül olmuş evini bir an olsun bırakmıyor, tek söylediği “Nere gideyim?”
Tüm acısını da birden söküp atmak istercesine derin derin “vay vay vay” diyor
Bir teyzemiz de “Bir şeyimiz kalmadı, bir canımız kaldı” diyor
Ve tüm bu olanlar karşısında elimizden gelense sicim gibi akan gözyaşlarımız, sadece o kadar!
***
Günlerdir kararmış, virane olmuş ellerimize ağlıyoruz
Giden canlarımıza, yeşillerimize ağlıyoruz, doğamıza ağlıyoruz
Varımıza, yoğumuza ağlıyoruz, en önemlisi de geleceğimize ağlıyoruz.
Ve biz ağlarken şu uçak bu uçak, şu bakım, bu teknoloji cümleleri sıra sıra dizilmeye devam ediyor
***
Bir de yüreği yananlara, dağlananlara çay dağıtılıyor
Tüm bu olanlar karşısında “Nasıl edeyim? Nere gideyim?” diye sorasım var
Devrildi tüm ümitlerim, köz oldu, bitti, gitti, ahuzardayım!