Derde düşmeyene anlatmak ‘zorumuş meğer’
Dağ sümbülleri alev aldı
Honaz’ın da beli büküldü
Güneşe yalvardı gitme diye
Canı kurudu zakkumların
Söğütler, köyler de ıssız kaldı
Gençler düştü ya zara
***
Yere vurdu sevdalar
Ah, nasıl bir acı sardı ocakları?
Dalı kırdı, yaktı özleri
Eller de anlamaz bizi
Çorak kaldı, toprak da huzursuz
Ne bağ kaldı ne de koruk
***
Sanki suyu çekilmiş
Bezmiş esen yelden
Susuz kalmış, yanmış başaklar
Köksüz kalmış
Düşkün olmuş, kavrulmuş tarlalar
Boynu bükülmüş
Dolu vurmuş kır çiçeklerini
Solmuş gözlerinin rengi
Kelimeler düğümlenmiş
Kalmış mı kör kuyuda bir başına?
***
Yere çalsın sebep olanları
Dağlara savursun kötüleri
Ateş olsun kararmış yüzlere
Nehirler çarpsın yalanlara
Zifiri karanlıktakileri gören yok nasılsa
Lodos da el versin yalnızlara
Kalbi kırıklara felek yol versin
Zılgıtlar arşa ulaşsın, yaksın bulutları
Bir kıvılcım da düşsün lâl olmuş yüreklere
Gönül perdeleri açılır, kim bilir?
***
Kimi dünyalık peşinde, kimi şan
Bilmezler mi bir şey götürmez gidenler
Gariplerin de yok ya hiçbir şeyi
Yere batsın paslı kalpleriniz
Kör olası kıyıya vuran köpükler
Bir türkü tutturmuşlar, yok da yok, ne yara, ne sızı
Ne diyelim?
Derde düşmeyene anlatmak ‘zorumuş meğer’…