Buz dağının görünmeyen kısmı…

‘Dolar rekordan rekora koşuyor. Marketlerde fiyatlar el yakıyor. Geçinmek gittikçe zorlaşıyor’ gibi cümleler son günlerde hepimizin dilinde…

Sabahtan akşama kadar şu rakam, bu rakam diye diye helak olduk doğrusu…

Hep birlikte ekonomist olduk ve tüm bu olanları açıklamaya çalışıyoruz lakin gerçek ekonomistler ise rakamları konuşmaktan, açıklamaktan yıldı. Nasıl olsa anlattıklarımız dinlenmiyor deniyor. Dolayısıyla rasyonel açıklamaların pek alıcısının olmadığı ve asıl iş bilmezlerin her alanda cirit attığı bir dönemden geçiliyor.

Gelinen bu noktada, hiç eğip bükmeye gerek yok aslında… Tüm bu olanlar şu cümleyle özetlenebilir:

Olanı “yüksek kur, yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek CDS”, biteni ise “geleceğimiz, refahımız, kalkınmamız”

Bugünlerde sadece ekonomide yaşadığımız türbülans konuşulmuyor elbet. Hukuk, adalet, özgürlükler konusunda yaşanan mağduriyetler, dış politika ve daha birçok sorun yumağı konuşuluyor. Ve tüm bu sorunlar dönüp dolaşıp “kötü yönetime” bağlanıyor. Bir anlamda sürekli kötü yönetimden dem vuruluyor. Kim konuşsa cümlenin sonunda illa ki kötü yönetim konusunun altını çiziyor.

Bu noktada küçük bir parantez açarak yönetim kavramını kısaca bir hatırlayalım: “Yönetim; belirli bir takım amaçlara ulaşmak için başta insanlar olmak üzere parasal kaynakları, donanımı, demirbaşları, hammaddeleri, yardımcı malzemeleri ve zamanı birbiriyle uyumlu, verimli ve etkin kullanabilecek kararlar alma ve uygulama süreçlerinin toplamıdır.” Tanımda da belirtildiği üzere, belirli bir takım amaçlara ulaşmak için başta insan kaynağı olmak üzere diğer kaynaklar da ardı sıra sıralanıyor.

Dolayısıyla öncelikli olarak yönetimin temel taşlarından biri olan insan kaynağının detaylıca irdelenmesi anlamlı olacaktır. Bunun için de gelin geçmişin sayfalarını şöyle birer birer geriye çevirelim:

15 Temmuz hain darbe girişimi… Ve akabinde OHAL dönemi… Ciddi anlamda basınçlı ve zor bir dönemden geçildi. Aslında bu döneme gelene kadar basıncın yavaş yavaş arttığı da ayrıca söylenebilir. Ve bu zorlu süreci kavramaya çalışırken aslında ne olup bittiğini anlamlandırmaya çalışırken, 2017 yılında anayasa değişikliği referandumu yapıldı ve 2018’de de sistem değişikliğine gidildi.

Bu süreçte kamudan binlerce kamu görevlisi ihraç edildi. Ve yerine yenilerinin gelmesi süreci yaşandı. Burada yenilerin görev yerlerine alışması, işlerin verimli bir şekilde ortaya çıkması belirli bir süreç anlamına geliyor elbet. Bir de asıl tüm bu yenilerin gelmesinde nasıl bir süreç izlendi?

Nihayetinde kamu yönetiminin kalitesi kurumsal değerler ve kamu görevlilerinin mesleki kalitesine bağlıdır denilebilir. Bir anlamda liyakat, ehliyet gibi kavramlar ne kadar gözetildi? Dışardan herkesin dillendirdiği genel olarak kurumlarda ciddi bir iş bilmezliğin olduğu yani liyakatli kadroların gittikçe azaldığı yönünde…

Şimdi bu yaşananları özel sektörden örnek vererek detaylandıralım…

Binlerce çalışana sahip büyük bir kurum düşünelim. Bu kurumda özellikle çalışanların da etkisiyle ciddi bir kriz yaşanıyor ve bu krizle birlikte departmanlardan kısa sürede birçok çalışan aynı anda çıkarılıyor ve yerine de yenileri istihdam ediliyor. Şimdi bu cümleyi böyle kurunca tüm sorunlar çözülmüş gibi görünüyor ama öyle değil.

Öncelikle krize yol açan çalışanlar kriz anlaşılana kadar kurumda ne gibi tahribatlara yol açtı? İkincisi de yeniler hangi kriterlere göre yerleştirildi? Liyakat esasına göre yerleştirilmediyse bu durum kuruma ayrıca ne gibi maliyetler getirdi? Bir de tüm bu süreçte kurum kültürü ve kurumsal hafıza nasıl etkilendi? Dolayısıyla böylesi ciddi bir durum yaşanırken öncelikle kurumda hasar tespitinin yapılması ve buna göre ivedilikle önlemlerin alınması beklenir.

Şimdi tekrar konuya devam edecek olursak;

Böylesi ağır, zorlu bir dönemin ardından 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildi. Ve sistemin değişmesiyle birlikte birçok değişiklik yaşandı. Örneğin bazı kurumlar kapatıldı. Bu konuyla ilgili Prof. Dr. Kemal Gözler ’in belirttiği şu cümle önemlidir:

“Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçiş sürecinde Türkiye’de köklü geçmişi olan ve başarılarını kanıtlamış olan Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü, Hazine Müsteşarlığı, Devlet Personel Başkanlığı, Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Yüksek Planlama Kurulu gibi pek çok kurul, kurum, kuruluş, müsteşarlık, genel müdürlük ve başkanlık kapatılmıştır.” (Kaynak: Kemal Gözler, “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminin Uygulamadaki Değeri: Bir Buçuk Yıllık Bir Bilanço”, www.anayasa.gen.tr/cbhs-bilanco.htm / 27 Aralık 2019).

Gelinen bu noktada şu soruları sormadan olmaz sanırım…

Kapatılan kurumlarda yıllar içinde oluşan kurumsal hafızaya ne oldu? Kurumlar kapatılınca yıllar içinde oluşan kurumsal hafızayı da bir kalemde kapatmış mı olduk? Ya da kurumların kapanmasıyla birlikte kararlar daha rasyonel, daha etkili ve daha hızlı bir şekilde mi alındı? Ayrıca yıllar içinde oluşturulan bilgi birikiminin yerine ne konuldu? Ve yıllar içinde tecrübe kazanmış, bir anlamda yılların kurumsal hafızasını bünyelerinde taşıyan bu insan kaynağı yeni sistemde nasıl kullanıldı?

Buraya kadar kamudaki insan kaynağıyla ilgili son dönemde yaşananları değerlendirmeye çalıştık. Bir de tüm bu olumsuzluklar sonucunda güzel ülkemizden bir an önce gitmek isteyen ya da fırsatını bulunca giden gençlerimiz, yetişmiş insan kaynağımızı da unutmamak gerekiyor.

***

Bugün yazılım sektöründe çalışan bir arkadaşımın doların yükselmesiyle ilgili söylediklerini dinlerken bir cümlesi tokat gibi çarptı yüzüme…

Özellikle iyi firmalarda çalışanlar arasında şu cümle herkesin dilindeymiş…

‘Sen hala yurtdışında iş bulamadıysan demek ki yetersizsin’ diye konuşuluyormuş. Yani kalanlara şimdiden geçmiş olsun deniyormuş.

***

Bu bölümde, 2017 yılında Ak Parti’nin referandum için hazırladığı kitapçıkta Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin genel faydalarını belirten bazı maddeleri, bazı cümleleri hatırlatmak ve ardından bazı soruları da sormak isterim. Şöyle ki:

“Kalıcı siyası istikrar: Uzlaşma kültürü gelişecek.”

Şu an yaşadığımız iklimde uzlaşma kültürümüz gelişti mi?

“Hızlı ve etkili icraat: Hızlı ve etkili yönetim; ekonomik büyüme ve refah ve kalkınmanın garantisi olacak.”

Şu anki ekonomik rakamlarla istenen kalkınmayı gerçekleştirdik mi ya da refaha ulaştık mı?

“Birlik ve uzlaşma: Cumhurbaşkanı yüzde 50’nin üzerinde bir oy ile doğrudan halk tarafından seçileceği için siyasette birliktelik artacak, kutuplaşma azalacak.”

Tam da bu süreçte kutuplaşma azaldı mı?

***

Velhasıl, yönetimin özünde eldeki kaynakları (insan kaynağı, ekonomik kaynaklar…), imkânları ve zamanı en ekonomik şekilde ve en fazla faydayı sağlayacak biçimde kullanmak yatar. Diğer bir ifadeyle yönetim rasyonel bir süreçtir.

Peki, geldiğimiz noktada rasyonel bir yönetimden bahsedebilir miyiz?

Son olarak, olay sadece ekonominin kötü olması değil ya da dış politikada atılan yanlış adımlar değil ya da adalette yaşanan sıkıntılar değil… Bu saydıklarım buz dağının sadece görünen kısmı olabilir. Biraz da buz dağının görünmeyen kısmına bakmak anlamlı olacaktır.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum