Rant ve borç ekonomisinden kurtulmalı ama nasıl?
Böyle gelmiş ama artık böyle gitmesin, kendimize bir çeki düzen verelim duygusu tüm toplumda yoğun şekilde hissediliyor.
Bu duyguyu ciddi bir silkinişin, bir toparlamanın motivasyon kaynağına dönüştürebilmemiz lazım.
İnsanımızı büyük acılara gark eden felaket sonrası en çok öne çıkan, en çok tartışılan konularda birisi, inşaatlarla ilgili denetimsizlikler, usulsüzlükler, imar afları, bilim insanlarının ikazlarını dikkate almayan yapılaşma yönetimi.
Çözülmesi hiç kolay olmayan “yapısal” bir problemle karşı karşıyayız.
Ekonomimizin karakterini -maalesef- tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinden önce “inşaat rantı” belirliyor.
İnşaat rantı, ekonomimizin ana motoru.
Yukarıda bahsettiğim olumsuzlukların temelinde inşaat rantının cazibesi yatıyor.
Çünkü başka hiçbir “legal” sektör, inşaat rantı gibi sıcak ve bol para sağlamıyor.
Endüstriyel tarıma geçip yüksek verimli zirai üretim yapmak isteseniz büyük yatırımlara ihtiyaç var.
Yüksek teknoloji odaklı bir imalat sanayii kuralım deseniz hem ciddi altyapı yatırımlarına hem de uzun vadeli eğitim süreçlerine ihtiyaç var.
İnşaat rantı ise devlete ve siyasetçilere ihtiyaç duydukları parayı hemen sağlayıveriyor.
Bir mahalledeki binaların üç değil de altı katlı olabilmesi için atıverilen bir iki basit imza ile “havayı” hızlıca sıcak -ve bol- paraya çevirmek mümkün.
İnşaat ekonomisin, farklı sahalarda çalışan çok fazla insana istihdam imkanı açmak gibi başka önemli fonksiyonları da var.
Her sene istihdam piyasasına dahil olan bir milyona yakın yeni insana iş -ve ev- bulmak lazım.
İnşaatlar, her eğitim seviyesinden kimselere ekmek parası kazanacakları bir geçim kapısı açıyor, işsizliğin patlamaması için sigorta oluyor.
Mesela yüksek teknoloji üretimine dayalı bir ekonomi, daha çok iyi eğitim alabilmiş, orta-üst gelir grubundan kişilerin refahını arttırır. Ama müteahhit olup inşaat yapmak, yahut inşaat ekosisteminin içinde çalışıp para kazanmak için bunların hiçbiri gerekmiyor.
Bütün bunlar, imar aflarıyla, deprem yönetmeliğine uygun olmayan imar planı değişiklikleriyle, ruhsatsız ve plansız yapılaşmalara göz yummalarla inşaat rantının önünü açılması neticesini doğuruyor.
Ama bu da, -acılar içinde tecrübe ettiğimiz üzere- on binlerce insanın canına mal oluyor.
Bu kadar hayati iktisadi ve içtimai fonksiyonlar icra eden “inşaat sektörü” bir yandan da bazı başka yapısal problemleri örtüp, öteliyor.
İnşaat odaklı “ekonomik hacim” yurt içinde üretiliyor. İnşa edilen yapılar, Türk lirası karşılığı kendi vatandaşlarımıza satılıyor.
Ama inşaatlar için ihtiyaç duyulan enerji, araç ve malzemelerinin önemli kısmı, yurt dışından ithal edilmek zorunda.
Peki ihtiyaç duyulan döviz nereden bulunuyor?..
Dışarıdan borç alınarak!..
İnşaat rantına dayalı ekonomi, neticede dış borçlanmaya dayalı bir ekonomi demek.
Dış kredi/borç muslukları azıcık kısılınca ekonomik krize girmemiz bundan kaynaklanıyor.
Cari açığımızın her geçen gün daha çok artmasının önemli sebeplerinden biri de bu!
Dış borçla dönen bir ekonominin “sürdürülebilir” olamayacağı aşikâr.
İnşaat rantına dayalı ekonomi hem toplumun ahlakını bozuyor hem de herkesi durmadan borçlandırıyor.
Bu modeli kesinlikle terk etmek zorundayız.
Ama onun yerine neyi nasıl ikame edebileceğimizi bulmamız lazım.
Ekonomik ve toplumsal fonksiyon icra eden bir yapıyı, yerine bir alternatif yapı ikame etmeden yok etmenin ciddi maliyetleri var.
Taliban iktidara geldiğinde Afganistan ekonomisinin üzerinde döndüğü afyon ekimini ve ticaretini yasaklayınca ülke ekonomisi çöktü. Dış yardımlara muhtaç hale geldiler.
Benzer duruma düşmemek için alternatif modeller geliştirmeye mecburuz.
Rant/borç ekonomisinden, “yüksek katma değerli üretime” dayalı bir ekonomiye "tedrici" bir geçişi planlamamız ve geçiş sürecinde özellikle düşük gelirli, az eğitimli, sosyo ekonomik açıdan dezavantajlı kimselere bir nefes/umut alanı açmamız gerekiyor.