Faize hiç bu açıdan baktınız mı?
Faiz meselesi gündeme geldiğinde, hangi ortamda olursa olsun, genellikle hep büyük ölçekte ele alınıyor.
Kavramsal, kuramsal, teorik vb ne derseniz deyin kurulan cümleler hep büyük cümleler ve dikkat ederseniz pratikten söz eden genellikle yok ya da çok az kişi faizle ilgili pratikten söz ediyor. Pratikten söz edenlerin bir kısmı da faizsiz bir ekonomik sistemin olmayacağını, böyle bir şeyin ekonominin doğasına aykırı olduğunu savunuyor. Gerekçelerini anlatırken zaman zaman kavram kargaşasına düşmüyor da değiller, mesela gecikme cezalarını gecikme faizi diye ya da enflasyon farkından doğan artışı faiz diye adlandırmakla onlar faiz olmuyor ama bu adlandırmalar galatı meşhur olmuş adeta, hem kullananı hem dinleyeni yanıltabiliyor.
Faizden söz eden din adamlarının da çok sorunu var. Bunların başında kullandıkları dil geliyor, mesela faiz yasağı ile ilgili en önemli ayetlerden biri olan Bakara suresi 275. ayette söz edilen ‘faiz yiyen kişilerin durumu’nu pek çoğu, ölümden sonraki hayata kalkış olarak anlaşılacak şekilde, meale parantez içinde “kabirlerden” kelimesini ekleyerek anlamlandırıyor. Ayet metninde olmayan bu kelime, faizin cezasını sanki yalnızca ahiretteymiş gibi algılamaya sebep olma riski taşıyor. Oysa ayet metnindeki anlam çok açık: Faiz haram yani yasak, bu dünyadaki cezası da bir sonraki ayette belirtiliyor. Ayetlerin mealini buraya alıntılayacağım ancak daha önce din adamlarının sorunlarının birinden daha söz etmek istiyorum: Faiz yasağı konusunda örneklik edemiyorlar. Mesela yazlığını, ikinci ya da üçüncü evini veya arabasını banka kredisi ile alanlar varsa aralarında, böyle din adamlarının “faiz haram” demesi dinleyenlere tesir eder mi? Onlar da insan, onlar da günah işleme durumuna düşebilir tabi, bu açık ama bu durumda, anlattıklarını hayatlarına uygulayamadıkları için tesirli olamadığını söylemek de mümkün.
Yukarıda söz ettiğim Bakara 275. ayetin meali şöyle:
“Faiz yiyenlerin duruşu, şeytanın kandırıp aklını çeldiği kimseleriin duruşundan farklı değildir. Bu, onların ‘Alım satım, tıpkı faizli işlem gibidir.’ demeleri sebebiyledir. Hâlbuki Allah, alım satımı helal, faizli işlemi haram kılmıştır. Kime Rabbinden/sahibinden bir öğüt ulaşır da faizi bırakırsa, önceden aldıkları kendine kalır. Onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, onlar o ateşin ahalisidir, orada ölümsüz olarak kalacaklardır.”
276. ayet meali ise şöyle:
“Allah, faiz gelirinin bereketini giderir, sadakaları ise bereketlendirir. Allah, gerçekleri görmezlikte direnip duran, günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.”
Fark ettiniz mi 276. ayette ekonomi biliminde kendisinden söz edildiğini pek duymadığımız bir kavramdan bahsedildi: Bereket. Üstelik bereketin zaten var olan bir şey olduğu ama devreye faiz girerse kaybolduğu belirtildi. Peki, ne bu bereket? Arapça sözlüklerdeki kök anlamına falan hiç değinmeyeceğim, Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’ten alıntılayacağım anlamını: “Alışılandan veya beklenilenden fazla olma durumu; artağanlık, bolluk, feyiz, feyezan.” Çok net değil mi, mesela elinizde bir birim bir şey var ama sanki daha fazla gibi işlev görüyor, bereket bu. Faizin bu dünyadaki cezası ise ayetten anladığımıza göre bereketin kaybolması. Bir şeyde bereket kaybolursa da ne kadar çok olursa olsun yetmez, isterse milyonlarca birim olsun. Ne kadar ilginç bir endeks aslında bereket endeksi, öyle cilt cilt ekonomi kitabı falan devirmenize gerek yok anlamak için, tek yapmanız gereken zaten var olan bereketi korumak ve bunun yolu da faizden uzak durmaktan geçiyor. Her türlü sadaka yani gönüllü yapılan harcamalar da bereketin artma sebepleri.
Şimdi günlük hayattan örneklerle bir düşünün, mesela telefonundaki banka uygulamasında art arda sıralanan rakamlar büyük olan mı daha mutlu, sınırlı bir geliri olan ama ihtiyaçlarını o gelirle gidermeyi başaran mı? Yaptığı yatırımlarının düşüşe geçtiğini gören mi daha mutlu, geliri sınırlı bile olsa başkalarına destek olmayı başaran mı?
Para, bir yerde atıl durduğu zaman ancak sanal bir mutluluk verir, elden ele aktığı yani kullanılarak ihtiyaçları giderdiği zaman ise gerçekten mutlu eder. Bir insanın ihtiyaçları da üç aşağı beş yukarı bellidir, mesela yiyebileceği midesinin aldığı kadardır, binlerce evi olsa birinde kalacaktır vb. Herkes kendi aslî ihtiyaçlarının ne olduğunu kolayca hesaplayabilir yani aslında zengin hissetmek için öyle çok paraya ihtiyaç yoktur ama yine de insan hep daha fazlanın peşinden koşmaya meyillidir. Daha fazlasının peşinden koşmak da normal tabi ama yattığın yerden daha fazlasını istemek yani faiz yasak.
İlkokullarda çocuklara öğrettiğimiz atasözlerinde bile faizden uzak durmaya telmih var. “Ayağını yorganına göre uzat.” derken atalarımız ne güzel söylemişler. “Kredi kartının limitini bitirme, ödeyemezsen bütçende açık verirsin, ödeme planın sarpa sarabilir, dara düşersin.” diye anlaşılamaz mı atasözümüz, anlaşılabilir. Zaten faizi bir de ödeyenlerin tarafından dinleseniz, öyle hikâyeler var ki, onların temel hataları ‘nasıl olsa altından kalkılır’ diyerek faizli borca bulaşmaları.
Hasılı faiz alanın da verenin de bereketini alıp götüren bir enstrüman, bu enstrümanı kullanmak ya da kullanmamak ise tamamen serbest.