YPG’nin günleri sayılı mı?
Suriye’de özellikle son beş yılda donmuş bir denge hakimdi. Türkiye’nin desteğini arkasına almış Suriye Milli Ordusu’nun kontrol ettiği ve birbiriyle Türkiye üzerinden irtibat kurabilen kuzeyde iki bölge, İdlib’de HTŞ’nin yönettiği alan, Rakka merkezli ve ülkenin üçte birini kapsayan YPG/SDG bölgesi ve rejimin kontrolü diye kabaca tasnif edilebilecek bu dağılım iki haftadan kısa sürede bambaşka bir forma büründü.
Donmuş krizler zamanla çözüldüğünde ya da sert kırılmalara uğradığında değişimin hızına bağlı olarak geleceğe dair öngörülerde bulunmak da zorlaşır. Suriye bu kırılmanın en hızlı olabileceği örneklerden birini yaşadı, yaşıyor.
Türkiye’nin birinci sorusu Şam iktidarının geleceği. İkinci soru, Genelkurmay kavşağındaki ana gündem ise Rojava’da ya da YPG/PKK’nın kontrol ettiği bölgede ne olacağı.
YPG’nin bölgedeki varlığının nereye evrileceğini değerlendirmek için oradaki egemenliğinin kaynağını görmek gerek.
Arap Baharı ile Suriye’de rejime karşı başlayan gösterilere haliyle hakları yenen, Esad rejiminin kimlik bile vermediği Kürtler de katıldı. Kürtlerin Dera kurbanları ile dayanışma için ilk eylemleri 18 Mart 2011’de Amude’deydi. Şam da direnişi ve muhalefeti bölmek için göstericilere baskı yapması karşılığında PYD’nin Suriye’ye dönmesine izin verdi.
Kaldı ki PKK’nın baştan beri Esad rejimi ile ilişkileri iyiydi. PKK’da Türkiye’ye karşı savaşanlar askerlik görevini yapmış sayılıyordu.
2012 yazında rejim bölgeyi tahliye ederken Afrin, Kobani ve Kamışlı’da iktidarı PYD’ye devretti. Yani bugün DEM Parti çevresinde büyük meşruiyet gören PYD, Şam tarafından demokrasi taleplerini bir Sünni Arap parantezine hapsetmek ve muhalefeti bölmek için kullanıldı.
Kendisine doğal sosyolojik taban da bulan PYD’nin devreye girerek isyan bölgesinde Kürtleri ayırması Suriye muhalefeti için en ciddi darbelerdendi. 2011’de rejim karşıtı Mişel Temo’nun PKK tarafından öldürülmesi rejim adına muhalefetin kontrolü için işlenen onlarca cinayetten biri sadece.
PYD/YPG’ye Şam dışında meşruiyet kazandıran ise IŞİD tehlikesine karşı ABD’nin desteği ile verdiği savaş oldu. Bu süreçte elbette Ankara’nın da IŞİD ile mücadelede nasıl bir boşluk olduğunu izah etmesi gerekiyor. Ama bu boşluk IŞİD ile ideolojik veya stratejik bir yakınlıktan değil pratik engellerden ya da siyasi/bürokratik karar/irade eksiklerinden kaynaklandı.
IŞİD’e ilk askeri müdahaleyi sınırlarını korumak için Türk ordusu yapsa da PKK dışında hiçbir gerekçe için kolay kolay hareket edemeyen yapı o dönemde tersten PKK’ya alan açtı.
8 Aralık’ta Esad kaybedince aslında PYD/YPG de kaybetti. Bugün Suriye içinde Nusayri yerleşim birimlerinde bile Esad yanlıları mahkûm olurken Esad rejimine destek vermesine ve ilk meşruiyetini de Esad’dan almasına rağmen ayakta duran tek yapı olarak YPG kaldı.
Bugün yeni yönetimin başındaki Ahmet El Şara(Colani)’nın “Suriye’deki tüm silahlı kuvvetler Savunma Bakanlığı bünyesinde toplanacak ve tüm silahlı gruplar silahlarını Savunma Bakanlığı’na teslim edecek. ... PKK’yı terör örgütü olarak görüyoruz. Kürt halkı Suriye’nin bir parçasıdır.” sözleri ülkedeki bu dengenin artık sona erdiğini gösteriyor.
YPG’nin mevcut haliyle Suriye’deki günlerinin sayılı olmasının birinci sebebi ülke içindeki bu güç değişimi. Üstelik bu denge PKK’yı farklı formlarda destekleyen ya da meşruiyet transfer eden ABD, İran ya da Rusya’nın eliyle değil Türkiye’nin desteği ile gerçekleşti.
YPG’nin mevcut gücünü devam ettiremeyecek olmasının ikinci sebebi Suriye’nin demografik yapısı. YPG’nin zemini sayılabilecek Kürt nüfus Afrin, Kobani ve Kamışlı ceplerinde yoğun ve aralarında kesintisiz bir süreklilik yok. Üstelik kuzey Suriye’nin sıklet merkezi Halep. YPG’nin kontrolündeki Rakka’da da çoğunluk Kürt nüfus değil.
Şimdi YPG’nin kendi kontrolündeki bölgelerdeki Arap çoğunluğu Suriye’nin bütününde ve Şam’da sahiplik yerine Rakka’da ikincil role ikna etmesi gerekiyor.
Son madde ise YPG’nin yani PKK’nın anakronik, tarih dışı kalmış katı örgüt yapısı. Eğer Kandil’deki örgüt karargahından kopup Suriye gerçeklerine uygun yeni bir yapılanma ve mantığa evrilmez ise YPG’nin bugüne kadarki kazanımlarını koruması çok zor. Çözüm sürecinde görülen ise PKK’nın böyle bir esnekliğe sahip olmadığı.
PKK’nın Türkiye’de silah bırakması gereken tarih geçti. Suriye’de normalleşme fırsatını da kullanamazsa marjinalleşmesi kaçınılmaz olacak. Üstelik örgüt olarak kendisi ile birlikte tabanını oluşturan sosyolojik nüfusu da marjinalleştirecek.
Rejimi deviren HTŞ’nin bile silah bırakacağını ve merkezi ordunun kurulacağını ilan ettiği bir durumda ayrı silahlı bir örgütün özerkliğinde ısrar etmesinin zemini çok zayıf.
Şimdi YPG’nin eski hal ile devam etmenin mümkün olmadığı gerçeğinden hareketle hayalcilikten uzak bir normalleşmeye cesaret etmesi gerekiyor. Eğer kullanabilirse ilk kez PKK’nın Suriye’nin kalanı ile aynı duyguda ve gelecek perspektifinde birleşme ihtimali var.
Rojava’yı kurtarılmış bölge olarak gören Türkiye’deki aktörlerin de bu veri üzerinden yeni bir değerlendirme yapması ve Suriye haritasındaki değişiklikler ile Türkiye’deki sorunlar ve gerçekler arasına sahici bir mesafe koyması şart.
8 Aralık’ta Suriye’de yeni bir dönem başladı. Nereye varacağını bilmek zor ama 7 Aralık’ın parametrelerinde ısrar etmek hem muhtemel bir uzlaşmayı engelleyecek hem de sancılı geçmesi muhakkak bir sürecin maliyetini artıracak.
Ömer Çelik’in tabiri ile raf ömrünü tüketmiş bir örgüt olarak her şeye rağmen varlığını sürdürmesini sağlayacak başka bir sponsor bulmaya ve kendini anlamlı kılacak yeni bir gerekçe üretmeye çalışırsa Türkiye’deki zemini ile kopuşunu daha da hızlandırabilir.