Diyelim Narin’in katillerini bulduk, sonra?

Üç haftadır küçücük masum bir kız çocuğunun bakışları ile güne başlayıp, içimizi delen cinayet detayları ile akşam gözlerimizi yumuyoruz.

Neredeyse herkes adli tıp uzmanı oldu. Ekranlar hangi akrabanın neden ve nasıl cinayete iştirak etmiş olabileceğini, konuşma trafiğinin işaret ettiği adres ya da itirafçının sözlerinin ne anlama geldiğini analiz edenlerle dolu.

Narin’in acısını yüreğinde hisseden kimsenin duygu dünyasını küçümsemeden içine düştüğümüz travmatik durumun sebeplerini, sonuçlarını ve geçmiş örneklerin tecrübesini değerlendirmek zorundayız.

İlk kez yaşamıyoruz. Daha önce benzer cinayetlerde hayatlarını kaybedenlerin isimlerini yan yana yazsak buradan Narin’in taze toprağına yol olur. İyi de neden çocuk cinayetleri, kadın, öğrenci, kurye cinayetleri nihayete ermiyor. Hatta neden genel duyarlılık ya da istatistikî artış nedeniyle daha da yükseldiğine dair bir algı var.

Son yaşadığımız olayda da gördüğümüz gibi her cinayetten sonra sahici, içten, samimi bir duyarlılık ortamı doğuyor. Milyonlarca insan kadını erkeği, iktidarı muhalefeti, bürokratı sivil toplumu o cinayetle yatıp kalkıyoruz.

On milyonlarca sosyal medya paylaşımı, çağlayan hisler acılar birbirine karışıyor. Bunların hiçbirini küçümsemek ya da yok saymak için elimizde mantıklı bir sebep yok.

Ancak olay aydınlatıldıktan ya da mahkeme süreci başladıktan sonra o dinamizm ya da duygu seli pratik bir sonuç üretmeden sönümleniyor.

Elbette oluşan enerjiyi somut bir sürece evriltmek tek tek bireylerin yapabileceği bir şey değil. Devletin kurumlarının ve sivil toplumun buradan anlamlı bir sonuç çıkarması gerekiyor.

Ne yazık ki böylesi kapsamlı ve sürekliliği olan bir strateji üretebilmiş değiliz. Özellikle son on yılda kamusal hayatın her alanında devletin artan ağırlığı ile her şeyin iktidar ve devlet kanallarına havale edilmesi, Filistin meselesinde de gördüğümüz gibi sivil bir inisiyatifin çıkmasının önünde engel olarak duruyor.

Kadın ve çocuk cinayetleri gibi siyasal kavgaların dışında kalabilecek alanlarda dar boğazı aşabilmek gerekiyor.

Gündüz kuşaklarında insan havsalasının almayacağı anomalileri dinliyoruz. Cinayetler, çarpık ilişkiler, yalanlar, on yıllarca saklanan gerçekler toplumsal ifrazat gibi ortalığa dökülüyor.

Burada olan bitenleri, Narin cinayeti ve benzeri olaylarda yaşananları toplumun geneline teşmil etmek doğru değil. Ama önümüzde de tek tek bireysel, izole hadiseler olarak görülemeyecek, ortak belirtileri ve kesişen dinamikleri içeren birbirine benzeşen olaylar dizisi var.

Dolayısıyla bu arızaların nereden kaynaklandığını, temellerini, muhtemel çözüm yollarını kapsamlı bir şekilde önce analiz etmek sonra da uygulamada net adımlar atmak gerekli.

Hiçbir cinayet ya da travma üzerinden toplumun bir kesimini ötekileştirmenin doğru olmadığı açık. Ancak sosyal dokunun her parçasında çürüyen, kanayan, kokan bölümler var.

Doğu ve güneydoğuda daha çok Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu bölgelerde namus cinayetleri, kan davaları, kızları çocuk sayısı içinde görmeme eğilimi, eğitim ve malın daha çok erkek çocuklarına has görülmesi gibi herkesi kapsamayan ama göreceli olarak daha yoğunluklu izlenen sorunlar var.

Özellikle taşrada o bölgede kimi zaman devlet, kimi zaman aşiretler kimi zaman cemaatler ile işbirliği içerisinde olan muhtarlar ve onların domine ettiği yapılar bulunuyor.

Muhafazakâr kesimde cemaatler içinde işlenen cinayetlerin, erken evliliklerin, yıkılan öğrenci yurtlarında can veren çocukların ve ailelerinin hakkının cemaate zarar gelmemesi için sorgulanmadığı örnekler yaşadık.

Toplumun genelinde ise aşırı bireyselleşme ve çekirdek ailenin bile çözülmesi ile uyuşturucu kullanımının artması, sahipsiz çocuklar ve travmatik toplum örneklerinin yaygınlaştığı bir süreç önümüzde duruyor.

Kimseyi daha çok ya da daha az suçlu görmeden, tüm arızalı yanlarımızla yüzleşmek ve çözüm üretmek zorundayız.

Adli kolluğun yokluğu mu mesele, güvenlik güçlerinin kapasitesinde mi sorun var, geleneksel kodların ördüğü duvarların mı aşılması gerekiyor, kanunda ve yönetmeliklerde eksikler mi kapatılmalı? Eğitimin ailelerle öğretmenler üzerinden teması güçlendirmek için gözden mi geçirilmesi gerekiyor, aile bakanlığının yeni stratejiler mi üretmesi şart ya da hepsini ve daha fazlasını mı düşünmeliyiz?

Mal bulmuş mağribi gibi “aile bir suç örgütüdür” ya da “Narin Kur’an kursundan çıkmış bunlar kapatılmalı” gibi safsatalara sapmadan aileyi ve devletin toplumla okullar, güvenlik güçleri, mülki idare üzerinden kurduğu ilişkileri de mercek altına alarak yeni bir yol haritası belirlenmeli.

Gözyaşı dökmek sonuna kadar insani. Yaşananlardan acı duymamak mümkün değil.

Fakat ne yazık ki karşımızda failleri bulununca temizlenecek adli bir vaka bulunmuyor. Kaçınılmaz olarak önümüze gelecek bir sonraki Narin’e üzülmek hakkını kendimizde görmek için benzer olayların yaşanmaması için bir şey yapılması gerekiyor.

YORUMLAR (28)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
28 Yorum