Tekrar ve yeniden oyun meselesi…
Burada uzun uzadıya S. Freud, Melanie Klein veya W. Winnicott’ın çocuk ve oyun hakkında ileri sürdükleri ufuk açıcı görüşlerin detayına girmeyeceğim. Çocuğu oyun üzerinden düşünmenin politikacıların reflekslerine bırakılamayacağını, yasaklama ve serbest bırakma gibi spekülatif eylemlerin bu hususta pek işe yaramayacağını hatırlatacağım. Çocuğu düşünmek esastan ve hayatın bütünlüğü içinde onu ele almaktır. Çocuk ve oyun meselesi sadece aktüel bir konu olamaz. Hatta biraz ileri giderek bugün Türkiye’de okul adıyla hizmet veren yerlerin esasta kapalı olduklarını iddia edeceğim. Evet, zaten teorik olarak okul tartışmalı bir kurumdur lakin bizdeki vaziyetin içler acısı görüntüsü kentleşmenin getirdiği sorunlarla da sarmalanınca hepten çetinleşmektedir. Bu yüzden falan oyun sitesi veya falan platform kapatılarak ileri görüşlü atılımlar yapılamadığı gibi çocukların korunmasının da mümkün olmadığını söyleyeceğim. Geçtiğimiz hafta Roblox adıyla bilinen ve özellikle çocukların rağbet ettiği bir platforma yasak getirilmesinin ardından gelen tartışmalara dikkat ettiğimde kimsenin uzun uzadıya düşünmek istemediğini, yasak ile serbest, ak ile kara, modern ile gerici, özgürlükçü ile yasakçı gibi spekülatif olduğu kadar gündelik aklın eseri bir dille ileri gidilemeyeceğini vurgulayacağım. Modern zamanlar aileden çocuğu çalmakla kalmamış, onun yaratıcılık vasfı ve kişilik sürecinin en kritik hakkı sayılan oyunu da devre dışı bırakılmıştır. Modern kentlerin oyunu, aklı başka merkezlerde olan sanal ve dijital yangın ormanlarıdır. Ya onların çocuk tabiatına uygun olanını siz yaratacaksınız ya da kurduğunuz yaşam düzenini, aileyi, evi, sokağı, şehri, okulu vs gözden geçireceksiniz. O platform gider bu platform gelir siz de şaşkına döner, onu açar bunu kaparsınız.
Oyun sadece kültüre bağlanamaz ayrıca. Kültür, inanç veya başka gerekçelerle oyun indirgenemez. Kültür oyuna renk kattığı kadar açılım da getirir sadece. Canlılar arasındaki en ortak eylemdir oyun ve her canlı türünde farklı köklere uzanır. Oyunlar birbirinden önem, güzellik, ilerilik gibi sözlerle ayrıştırılıp kategorize edilemez çünkü en basit gibi gözüken oyun çokça çocuğu kurtarır. Evrenini yansıtır. Şu veya bu ülkenin, bölgenin veya kültürün oyunu da bu açıdan değer ölçüsüyle kıyaslanamaz. Çocuğun yaş grubuna, yaşadığı çevreye, sosyal ve kültürel geçişkenliğe göre malzemeleri, amaçları, usulleri değişmekle birlikte temelde çocuğu insan olmaya hazırlama özü aynıdır. Çocuk oynadıkça, oyuncağa gidip oyuna katıldıkça gelişir, büyür var olur. Kültürler, sosyal çevreler sadece bu istenci biraz olsun kolaylaştırıp zenginleştirmekle mükelleftir. Oyun tabii çevrede (sadece tabiat değil) döndükçe çoğulculuk tutarlılık kazanır ve çocuğun içindeki master bireyi gelecekteki kolektif şuura aktarır. Bilgisayar mahreçli, inter üzerinden çocuklara ulaştırılan oyunlar her şeyden önce bu çoğulluğu tehdit eder.
Oyunu (oyuncak veya oyun uygulaması değil) ayrıksı kılan temel vasıf parayla alınıp satılmamasıdır. Çocuğun ve çevresinin parayla temin ettiği her oyun ve oyuncak onun özgürlüğünü tehdit etmekle kalmaz bireysel yaratıcılığına da set çeker. Oyundan oyuncağa gidişin organik bir süreç izlemesi gerektiği hâlde kültürün ve alıp satma arzusunun oraya göz dikmesi bir mülkiyetmeselesidir. Hem tüccar hem kültür görülür ve görülmez yollarla yeltenir buna. Dikkat edilsin; konuştuğumuz dilin, yaşadığımız hayatın, ekonomik ve sosyal dengelerin kaybolması demek oyun hakkının elden gitmesi demektir. Oyun, öyle ki oyun olduğu bile bilinmeden, hayatın içinden akıp geçtiği için kendilik ilkesine aittir. Oyunu oyun diye oynamaz çocuk. Hayat olarak yaşar.
Sokağı, evi, şehri hatta ülkesi yaratıcı idraklerle değil de gündelik rüzgârların ve sebeplerin anaforunda dönenler büyük talihsizlerdir ve tarihsel bir bilinç yaralanmasının içindedirler. Türkiye’de aileyi, evi, sokağı, şehri kendilik ilkesine dahil etmedikçe Roblox’larla mücadele edilemez. Çünkü Roblox kendi hedefi (hem kültürel hem maddi) doğrultusunda yol alırken ebeveynler de mecburiyetleri kadar iradeli onaylarıyla bunu kolaylaştırırlar. Eğer, çocuğa doğru giden bir oyun, başka bir zihin tarafından kurgulanıyor ve sonuçta başta kâr hedefi olmak üzere diğer amaçlarla örülüyorsa bu oyun değil manevi bir oyun bozanlıktır. Çocuk küresel iştahın kurbanıdır. Ve bugün çocuklarımız global sembollerin müşterisi durumundadırlar. Sadece taklitlerinin tuttuğu parasal hacim bile fikir vermeye yeter.
Bizim aydınlarımız mesela Namık Kemal’in “Terakki” (başka adı “Londra”) makalesinden beri gördüğünün şaşkınlığı içindedir hep. Zihnini yorup çare düşünmek, yaratıcı yollara girmek yerine kabul veya yasak üzerinden gitmeyi yeğler. Devlet aklı bürokratik arkaizmle maluldür. Nasıl oluyor da hayatımız çocuklarımızı özgür oyun hakkından mahrum edip ipleri kurgu, niyet, teknoloji ve para açısından başkalarının elinde olan bir döngüye mahkum edebiliyor? Bu, acil olduğu kadar gerçek bir sorun değil midir? Devletin veya onun paydaşı televizyon kanalları vasıtasıyla verilen subliminal mesajlarla mı çocuklara sahip çıkılacaktır? ‘Aman çağdışı kalmasın, arkadaşlarından geri düşmesin, heves edip aldanmasın’dan tutun, ‘işlerim var, vaktim yok, başka türlü yiyip uyumuyor'a değin saçaklanan sebepler silsilesinde uygarlığın bir alt katına itilip durmaktayız her gün. Oyun meselesi bu yüzden yaşadığımız ülkede insan olup ve insan kalıp kalmayacağımız kadar derindir.