Hayat Serpintileri ya da Mahmut Yesari*

Öteden beri popülerlik diye bir hastalığı var edebiyat ortamımızın. Günün havasına, güncelin çağrısına kapılmak, şu veya bu yönden estirilen rüzgara göre ilgi gösterip vaziyet almakla gün yüzüne çıkan bir hastalık daha çok. Böyle olunca da ne kavramlar ne meseleler ne de yazarlar yerli yerine oturabiliyor. Vaktiyle şöhret bulmuş isimlerin yıldızı sönüyor basılan kitaplar basılmaz oluyor. Her tür kültürel, sosyal ve ekonomik değişimin baş döndürücü şekilde hızlı olduğu toplumsal süreçler silsilesinde belki kaçınılmazdır bu manzara. Fakat gönül yine de ömrü esere durmuş şahsiyetlerin az da olsa her devirde bilinip okunmasını taşıdıkları dil ve edebiyat lezzetinin yaşatılmasını arzuluyor. Yeni ve toparlayıcı yayınların en büyük faydası bunu yaratmak olmalı. Şimdilerde YKY Mahmut Yesari’nin Bütün Hikayeleri’ni Delta Serisinden 2 Cilt ve 2991 sayfa yayınlamakla önemli bir hizmeti yerine getirmiş sayılır. 1925 ile 1945 arasındaki öykülerden ( tek öykü 1958 tarihini taşıyor, ölümünden sonra başka bir vesileyle basılmış olmalı) yola koyularak nerelerden nerelere gitmek mümkün olmaz ki? Her bir hikaye toplumsal belge sayılarak bile nasıl yorumlanmaz ki!

1925’den başlarsak mesela henüz alfabe değişmemiştir ve alfabe sadece bir şekil sistemi sayılamaz. Yazarın algısı kadar hayata bakışını, yazma şeklini de etkiler. Elbette her hikayeci gibi Mehmut Yesari’nin ilk verimleri de acemiliklerle örülüdür. Ne var ki bu realist paytaklık onun zamanla hızlanmasına kendisine has bir dil ve dünya kurmasına engel değildir. Osmanlı İstanbulu ile Cumhuriyet İstanbulu arasındaki geçişleri takip etmek, sosyal doku denilen kavramın seslerden, düşüncelerden, kadın erkek ilişkilerinden, sokaktan, evlenip boşanmaktan, savaş dedikoduları yanında politikacılardan, karaborsacı ve vurgunculardan hasılı hayatın bütün girinti ve çıkıntılarından adım adım ilerlemesi ne demektir bu toplam onu gösterir bize. Öncelikle, Osmanlı toplumu daha konuşmaya açık ve derdini sözle dile döken bir toplumdur ve Mahmut Yesari hikayelerinde bu gerçekliği açıkça yansıtır. Hikayeci henüz konunun ve kahramanın dilini kendinin yapamamış, dış anlatıcının yardımına muhtaçtır. Edebiyat, dışla ilgili fakat dışı içerleme sanatıdır. Fakat kabul edilmelidir ki henüz 1926’da ‘Nasıl Katil Oldum’ öyküsüyle Mahmut Yesari içinde yaşadığı toplumun gerçekle- hayal arasındaki salınımını ironik bir şekilde yakalamayı bilmiştir. Buradan teorik bir öz çıkarmak gerekirse yazar olmak kadar oldurmak hünerinin ne olduğunu sezmiş gibidir. Sözün konuşma olarak arada dönmesi ve konuşma çizgisinin öyküye merdivenlik etmesi derece derece fakat neredeyse sonuna kadar yaşayacaktır. Mahmut Yesari, konuşma çizgisini hayatta tutmuş baş öykücü denilse abartı sayılmaz.

Recai Özcan ve Gökhan Yesari yerinde bir tespitle ‘şehir sosyolojisi ve mekan ilişkileri’ üzerine çalışacaklar için önemli bir kaynak olduğunu vurguluyorlar öykülerin. İstanbul çünkü değişimin ama dinamiği olmakla yaklaşık kırk yıllık sürede, hem şehrin içinin ( farklı dil, din ve milliyet olarak) hem de dışının, taşradan gelişlerle nasıl çalkandığının da baş mekanıdır. Kısa öykünün günlük gazete haberi metninden ayrılarak dilsel bir tabaka edinmesi, Mahmut Yesari’nin teorik iddiasızlık içinde fakat mutlak bir seçim açıklığıyla davranması önemlidir. Unutulmamalıdır ki ilk işçi romanı sayılan Çulluk tesadüfen yazılmamıştır. Yesari, romana destek olacak uçları öykülerden toplamış gibidir. Ayrıca, karikatürle ilgilenmiş olması anlatıda onun jest ve mimik yakalama hızını etkilemiş gözüküyor.

Türkçenin harf devriminden sonra aldığı yol, soyunduğu işler, daldığı meseleler, Mahmut Yesari’nin ‘Bir Bahar Akşamı’ vb öykülerde sıklıkla başvurduğu dikkatli ve zengin gözlem gücüyle sonuçta bir tür şehir tarihçiliğine de evrilir. ‘Yaklaşan gecenin hüznü, ağır bir baskı gibi eşyanın, seslerin üzerine çöküyor, ezip söndürüyor.’ cümlesini kuran bir yazar gözlemciliğine içsel boyut da katıyor demektir. Artık günlük hayatımızdan kaybolmuş kadın ve erkek isimlerinin arasında bazen eskilerin geçmiş itiyatları kadar inançlarını da buluruz. Mahkeme salonları perdesi kapanmayan tiyatrolar şeklinde sıklıkla karşımıza çıkar. Mahmut Yesari geçmişe değil güne bağlıdır çoklukla. Aile içi, kadın erkek, karı koca, evlilik ve bekarlık konularına sıklıkla eğilmesi biraz da ilgi görme tercihi diye düşünülebilir. Öykülerin çoğunluğu gazetelerde yayınlanmıştır, unutulmamalı. Öte yandan da bir dolaylı mizah vasfı kazandığı da inkar edilemez.

Bütün Hikayeler, tahlilci olduğu kadar tematik bir gözle elden geçirildiğinde İstanbul kültürünün çoğul yapısı herhangi bir müdahaleye gerek duyulmaksızın meydana çıkar. Yahudiler, Karamanlılar, Bulgarlar, Ruslar, Araplar, Kafkas kökenliler, Ermeniler kısaca herkesin bütün ‘etekleriyle’ fotoğraflandığı görülür. Zaman zaman ‘İstanbul’da Bahar’ metninde okunduğu şekliyle metinler arası sınır aşımlarına da rastlanır. Ayrıca yeri geldiğinde yerel ağızları kullanmaktan da çekinmez. Mahmut Yesari kısa öyküyle hayatın genişliğini yakalamaya çalışmış ve bunu kendi çevresinde döne döne ve kendisi olarak yaşatmış birisi olarak, tekrarla, arada sırada, fakat mutlaka okunmaya değer bir yazar. Öykümüzün bugünkü büyük açıklığında böylesi tecrübelerin kaçınılmaz payı hep vardır çünkü.

*Mahmut Yesari. Bütün Hikayeleri. Haz: Recai Özcan- Gökhan Yesari. YKY.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.