An gelip çattığında…
Bir anda, bir anlığına olup biter hayat sütünün taşması. Fakat durun, taşmak telaş vermesin, taşmayan aşamaz değil mi ne engeli, ne sebebi? Sevdiğinin kaş hizasından sonsuz kırlara inen bir patika görür mesela birden adam. Orada bir bahar çiçeği açık ağzıyla mevsimleri emzirir. Erkeğinin gırtlağındaki adem elmasının keskin çıkığında dünyanın zirvesine tırmandığını hisseder birden kadın. Nefesi kesilir. Bunu düşünüp kurmamıştır, an dölleyici rüzgar gibi ötelerden kopup gelmiş, onun önünde el etek kapamıştır. An, onun için bir elması içine çeken güneş olup salınmıştır ölümsüzlüğün yurduna. Anı bilmeyen, onu kollayıp teslim olmayan çok çok uzun sandığı, döne dolana uzanan yolların kıvrımında yitip gidecektir çoktan. Zamanın mutlak şiiri andır ve anın yüksek gerilimi önünde şevkle bekleyenler kara bir geceden taze bir sabaha uyanabilirler. Birden kesilmesine karar verilmiş uzun saçlar verili her şeye isyan diye dökülür alından yüze.
Anın ne olduğunu belki de en iyi duyan annelerdir. Onlar saç ağartarak, emek harcayıp sabır yumaklayarak, bütün olmaz köprülerinden cesaretle geçerek çocuklarının bir anına düşüverirler. O bir an inişi bitmeyen kuyular kadar derin olduğu kadar parmağa konan bir uğur böceğince gülümseticidir. Ağzın kenarına asılı kalır mini bir tat. Çocukları, bir anda onlara doğru köpüren sütler misali taşıverir. El çabukluğuyla bir parmak kaymak toplanır hayattan böylece. Bir el titrekliğine karışan boğaz düğümlenmesi seslerinin kumunda durur. An, hayatta var olmanın değil hayatın kendisi olmanın toprağına dönüşür.
Türkü, ‘akşamın vakti geçti/ bir güzel baktı geçti’ diye seslenir. Akşam, vakit, geçmek hepsi zamanın çocuklarıdır fakat arka arkaya vurgulanan ‘geç’mek fiilinin ağına kapılmadan ‘güzel’ kelimesine dikkat edilmeli. Çünkü, an bütün inceliğiyle bu kelimededir. Hem hareketi hem de özneyi birlikte karşılar. Dileyen, akşamın vaktini an diye yumaklayıp has yün misali elinde sıksın. İnanca göre, akşamın vakti, birden dünyanın göz yumup sona ereceği kıyamet anının gerilimiyle doludur. Ama sevgili, çok sevilen, o kalbi sarsan, kanı hızlandırıp aklı şuuru allak bullak eden varlığıyla, an güzeli, an güzelliğiyle şavkıyıp durur. İnsan ömrü de darası düşüle düşüle, pamuğu tiftiği, üzümü çöpü çıkarıla çıkarıla akşam vaktinin bir anlık güzel geçişi değil midir? An ki desem balını saklayan bir üzüm koruğunun damakta uyandırdığı ekşiliktir.
Bazen kendimize haksızlık eder bir an aklımızdan geçeni, bir an o sandığımız şeyi tahtından alır bir köşeye iteriz. Oysa çokça ve belki de en gerçekçi haliyle hayat o bir an sandığımız bir an hevesini duyup hazzıyla titrediğimizdir. İnsanın, andan koparılıp sanki hep varmışçasına, mutlaka tükenmeyecekmişçesine geleceğe fırlatılması, şimdi olmayanların gelecekte olacakmış mutlaklığıyla avutulması onu sinikleştirir. Şimdi olmayacaksa, gelecekte olacak için çabalamanın, endişelenmenin anlamı nedir? Oysa akan suya bir kez baksak bir daha dönüşsüz şekilde akmaktadır. Yine bir kez kafamızı kaldırıp gökyüzüne baksak o dipsiz derinlikte anın büyük kanatları çırpmaktadır.
Her şeyi planlayıp programlayanlar, kanunlara, kural ve geleneklere kalın halatlarla bağlananlar yaratıcılığın mutlak enerjisi olan anı söndürmek için çit üstüne çit çekerler. Onlara göre an sabırsızlık, telaş, akılsızlık, ince eleyip sık dolamamak, aklın fikrin yolundan sapıp, duygu ve heyecanların seline kapılmaktır. Medeni insan öyle an ile değil planla, programla yaşar. Alıp başını gitmek, yoldan çıkıp patikanın basılmamış yerlerini görmek marifet değildir. Diyeceğim modern zamanların an hakkı insanın elinden alınmıştır. Nasıl yaşlandıkça onun parmak izi kağıttan uçan yazı misali yavaşça silinir, bütün plan ve zamanlamalar, gün ve gelecek tasarıları da kalabalığın içinde ferdi eritip, izsizleştirir.
An’a inanıyor ve kendimi ona bağlı hissediyorum. Bilip ettiklerim, duyup yaşadıklarım, yaratıp bulduklarım onun şimşeği sayesinde gerçekleşiyor. Anında söylenmemiş güzel bir söz anında yapılmamış iyi bir iş gecikip bekledikçe sadece insanın niyeti değil, heyecanı da zayıflayıp kalp atışı yavaşlıyor. Açık bir denizde hiç ilerlemiyormuşçasına yol alan bir gemiye uzun uzun bakmaktansa tıpkı ‘akşamın vakti geçti/ bir güzel baktı geçti’ göz kırpışının rüzgarı olmayı tercih ederim. Bir an bile olsa. Değil mi ki bir anda, bir anlığına olup biter hayat sütünün taşması.