Çin’e ihtiyacımız yok
Yazının başlığındaki söz ABD Başkanı Trump’a ait. Bu cümleyi geçtiğimiz hafta içinde tweet olarak attı. Başkan Trump’ın bunu yazarken ki maksadı, Çin ile olan ticari savaşta ABD’nin elinin güçlü olduğunu ima etmekti. Zira Başkan Trump, seçildiği günden bu yana Çin’i ABD için ticari bir tehdit gördüğünü defaten belirtti ve bu tehdidi bertaraf etmek için adeta bir ticari savaş başlatmış durumda.
Hatırlarsınız daha önce de bu köşemizde bahsetmiştik. Trump’un Çin’e ek gümrük vergileri uygulaması, Çin’i ABD’nin teknolojisini çalmakla itham etmesi, Huawei gibi çeşitli firmalara yatırımlar uygulatması gibi birçok ticari hamlesi olmuştu. Aynı şekilde birçok defa da verdiği demeçlerle ya da yazının başında da bahsettiğimiz gibi attığı tweetlerle Çin’i sürekli itham etti.
Ancak malumunuz Başkan Trump öngörülemez birisi… Sürekli fikrini değiştiriyor, sonra değiştirdiği fikrini de değiştiriyor. Çin konusunda da süreç bu şekilde oldu. Birçok defa Trump çeşitli yaptırımlar açıkladı. Ardından bunları ya gevşetti ya da erteledi. Bazılarını ise hayata geçirdi.
Dolayısıyla Çin ile ABD arasındaki ticari savaş -belki de savaş demek için henüz erken- bazen kızışıyor bazen de liderler arasındaki görüşmelerle soğutuluyor. Bunun hem Dünya ekonomisi hem de Türkiye açısından getirdiği riskler var.
Her şeyden önce ortada ciddi bir belirsizlik söz konusu. Doğrudan Çin’den ya da Çin üzerinden birçok küresel firmanın kurduğu tedarik zincirleri var. Çeşitli satın almalar, mamul, yarı mamul, üretim girdisi olan hammadde hareketleri, transferler var. Bunların üzerindeki gümrük vergilerinin belirsizliği, bunların takip eden aylardaki maliyetlerinin öngörülememesi büyük risklerdir. Tüm bunlar Çin ile ticari bağı olan şirketleri ve ülkeleri zor durumda bırakmaktadır.
Tabii ki Çin de boş durmuyor. O da ABD’ye çeşitli gümrük tarifeleri, ek vergiler uyguluyor. Özellikle de ABD’nin tarım ürünlerine. Tarım üretimi yüksek olan eyaletlerin ABD’de Başkan Trump’a en çok oy veren yerler olduğunu bu noktada hatırlayalım.
İşin bir de doğrudan sabit sermaye kısmı var. Çin, Dünya’da en çok doğrudan yatırım alan ülkelerden birisi. Ancak bu tarz tehditler ve belirsizlikler devam ederse Çin ve birçok ülke doğrudan sabit sermaye yatırımı almakta zorlanabilir. ABD başta olmak üzere bazı güçlü ülkelerin korumacılığı Dünya’da böyle bir dönemi başlatacak gibi duruyor. Bundan ülkemiz de olumsuz etkilenir ki hali hazırda zaten kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği notu yatırım yapılabilir seviyede değil.
Kaldı ki ABD’nin, daha doğrusu Trump’un ticari tehditleri sadece Çin ile sınırlı kalmıyor. Hatırlarsınız Kuzey Suriye konusunda Türkiye’yi de ekonomik bir yıkımla tehdit etmişti. Daha sonra aynı Trump, S-400 alımı sonrası Türkiye’ye yaptırım düşünmediğini söyledi ve gerçekten de yaptırım uygulamadı. Ticaret savaşı diyebileceğimiz bu gelişmelerden Almanya bile nasibini aldı. Kuzey Akımı kapsamında Trump, Almanya’yı Rusya’dan aldığı enerji konusunda yaptırımla tehdit etti. ABD daha önce de Kırım konusu yüzünden Rusya ile ve nükleer programı yüzünden İran ile ilişkilerini askıya almış durumda.
Doğrudan Çin’e yönelik olmasa da ABD yönetiminin Dünya ticaretini rahatsız eden başka icraatları da var. Örneğin Dünya Ticaret Örgütü’nün hakemliğini tanımaması, ya da küresel ısınmaya karşı konulmuş olan çeşitli üretim kısıtlamalarını kabul etmemesi gibi.
Peki ABD’nin bu gücü nereden geliyor? Bunun birçok yanıtı var hiç kuşkusuz. ABD’nin üretim gücünden sanayisine, teknolojisine kadar çeşitli argümanlar mevcut. Ama bizce ABD’nin şu an Dünya ticaret savaşında elini bu kadar güçlü yapan etmen ABD dolarının halen küresel rezerv para olmasıdır.
Libra, Bitcoin ve bunlar gibi birçok kripto para birimi piyasaya sürüldü. Giderek de kullanımları yaygınlaşıyor. Bunun yanında Çin’in enerji borsası kurması ve petrolü yuan ve altın karşılığı ile satın almak istemesini de buna katalım. Ancak yine de ABD doları ve altının Dünya’daki rezerv araçlar olması durumu değişmedi. İşte ABD buna güveniyor.
Bir dikkat edilmesi gereken nokta da Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin durumu… AB’nin lokomotif ülkeleri Almanya ve Fransa, Rusya ve Çin’e karşı ABD’nin katı tutumundan yana değiller. Özellikle Almanya’nın Rusya ile ticareti üst düzeyde. Aynı tutum İran’a karşı da geçerli. AB ülkeleri İran ile yapılmış olan ve ABD’nin geri çekildiği nükleer programa dair anlaşmanın devamından yanalar. Hatta ABD’nin SWIFT sistemine alternatif olarak İran’la ticaret için bir EFT mekanizması bile kurdular.
İşin AB ayağında bir de Brexit ve İngiltere’nin durumu var… İngiltere’nin AB’den çıkışı olacak mı? Olacaksa ne zaman ve hangi şartlarda olacak? Çıkış olduğunda eski üyesi olduğu birliğin üyeleri ile ilişkileri nasıl bir hal alacak? ABD’nin katı yaptırım politikasına mı uyacak yoksa Rusya-Çin gibi ülkelerle ticaretini mi geliştirecek? Göreceğiz…
Bu çetrefil satrançta Türkiye’nin işi oldukça zor. Türkiye adeta bir jonglör gibi tüm bu aktörler ile ilişkileri iyi tutmak zorunda kalacaktır. Doğrusu da budur. Yumurtaları tek sepete koymak misali sadece bir bloğa yanaşmak çok riskli olacaktır. Sonuçlarını öngörmek zordur. Ayrıca tüm aktörlerle ticaretimiz olduğunu düşünürsek tek bir tarafa yanaşmak bize zarar da verecektir. Dilerim ki dış politikamız tüm bu etmenleri göz önünde bulundurarak belirleniyordur.