Aramco Saldırısı
Geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan’ın milli petrol şirketi Aramco’nun Suudi Arabistan’daki bazı tesislerine saldırı oldu. Hiç beklenmedik, şoke edici bu saldırının ardından ABD ve Suudi Arabistan başta olmak üzere birçok ülke İran’ı suçladı. Zaten çok gergin olan İran ve Batı ittifakı ilişkileri bu saldırı ile daha da gergin bir hale geldi.
Önce Aramco firmasının geçmişine kısaca bir bakalım. Aramco’nun kuruluş hikayesi oldukça karışık. Hikâye daha 1920’lerde Osmanlı’nın Körfez ve Hicaz bölgesinden çekilmesi ile bu bölgeye yerleşen Avrupalı ve Amerikalı petrol firmaları ile burada yeni kurulan Arap devletlerinin ortaklığı ile başlıyor.
Önce İngilizlerle daha sonra da Amerikalılarla iş birliği yapan Suudi Arabistan 1930’larda Amerika ile birlikte bu bölgede petrol çıkarmaya başladı. Zaten şirketin eski adı Arabian-American Oil Company idi. Daha sonra bu isim Saudi Arabian Oil Company olarak değiştirildi.
Şirketin 65 bine yakın çalışanı var. 1940’larda çalışanların düşük bir yüzdesi Suudi vatandaşı iken bugün bu oran terse dönmüş durumda. Başkanından saha çalışanına kadar Aramco neredeyse tamamen bir Suudi şirketi. Aynı zamanda Suudi Arabistan’da kadın istihdam eden ilk firma oldu.
Aramco’nun son yıllarda adını sıkça duymamızın arkasında bu şirketin halka açılması projesi var. Şu an için herhangi bir borsada hisseleri satılmayan Aramco, artık halka açılmaya karar verdi.
İlk başlarda, tahmin edilebileceği gibi bir numaraları aday New York borsası (NYSE) idi. Hatta Donald Trump başkan seçildiğinde Aramco’yu NYSE’ye davet eden bir tweet bile attı. Ancak sonradan bu iş yarım kaldı. Aramco’nun Çin’in Şangay’da kurduğu enerji borsası ile de ilgilendiği haberleri geldi. Hatta -biz hiç ihtimal vermesek de- petrolün altın ve yuan karşılığı satılması gibi senaryolarda Aramco’nun adı geçti. Bir başka haber de NYSE’de halka açılsa bile halka açılmayacak bir kısım hisselere Çin’in talip olduğu şeklindeydi.
Suudi Arabistan’ın Dünya’da Venezuela’dan sonra en büyük ikinci petrol rezervine sahip olduğunu düşünürseniz Aramco’nun ne kadar önemli olduğunu anlayabilirsiniz.
Dolayısıyla Aramco, ABD ve Çin arasındaki küresel bilek güreşinde işin enerji boyutunda başı çekiyor. Anlaşılan o ki ABD deyim yerinde ise yetiştirip büyüttüğü ve kendisine Ortadoğu’da bulunması için gerekli bahane ve şartları yaratan gücü kaybetmek istemiyor. Çin’in enerji için Ortadoğu’ya yerleşmesi ABD’nin en istemediği senaryo olsa gerek. Başkan Trump birkaç defa bölgeden çekilmeyi ima etti ise de Çin’in bu boşluğu doldurma ihtimali ABD için kabul edilemez.
Aramco’ya yapılan saldırıda ABD, İran’ı olayın faali olarak gösterdi. İran reddetse de daha sonra bazı batılı ülkeler de İran’ı suçladılar. Çeşitli yorumlarda İran’ın Suudi Arabistan’a; sığındığı Amerikan korumasına çok güvenmemesi gerektiği mesajı vermek istediği söylendi. Aynı şekilde Körfez’deki diğer ülkelere de “benim huzurum yoksa sizin de yok, ben petrol satamazsam, siz de satamazsınız” imasında bulunduğu...
Tabii ki bu saldırıyı kimin ne amaçla yaptığını bizim bilmemiz mümkün değil. Ancak görünen o ki hem Körfez’deki hem de Doğu Akdeniz’deki enerji satrancı sıcak savaşa dönüşme ihtimalini taşıyor. Ve bu ihtimal bazen gerçek olmaya çok yaklaşıyor. Zaten saldırıdan hemen sonra ABD’nin Suudi Arabistan başta olmak üzere bazı Körfez ülkelerindeki askeri varlığı artırması bunun kanıtı.
Bu saldırıda bizim dikkati çekmek istediğimiz bir başka nokta da saldırının yapılış şekli. Saldırının drone’larla yapıldığı basına açıklandı. Ancak daha sonra bazı haber-istihbarat sitelerinde saldırının denizden füze ile yapıldığını, Güney Irak’tan havalanan İHA’ların gerçekleştirdiği şeklinde çeşitli haberler çıktı. Bu da bize içine girdiğimiz çağda artık savaşların, hatta terör eylemlerinin bile eski konvansiyonel usullerle yapılmayacağını gösteriyor. Maalesef daha ürkütücü bir savaş-terör şekli bu. Zira kaynağı, şekli, nereden, nasıl yapıldığı bile spekülasyonlara neden olabiliyor.
Zamanında İngiltere’nin eski başbakanı Margaret Thatcher ironik de olsa nükleer silahların Dünya’da barışın teminatı olduklarını söylemişti. Gerçekten de 2008 ile başlayan ve giderek artan küresel ekonomik-siyasi gerilim bir Dünya savaşına ya da bölgesel savaşlara dönüşmüyorsa nükleer yıkımdan korkulması bunun bir nedeni.
Kaldı ki günümüzde konvansiyonel silahlar da son derece yıkıcı. Dolayısıyla böyle bir savaş kazananın da kaybettiği bir Pirus Zaferi olacaktır. Gerçekleşmesine ihtimal vermiyoruz.
Ancak Aramco saldırısının da gösterdiği gibi Proxy War denen taşeron savaşlar, taşeron saldırılar eski savaşların yerini alacak gibi görünüyor.