Dindarlara mesaj vermenin en yanlış yolu
Siyasetin dili, centilmenlik sınırları içinde polemikçi, gergin, kavgacı olabilir. Siyasetçi, görevine odaklanmanın doğal sonucu olarak toplumun dikkatini çekecek cümlelerle kendini ifade edebilir. Rakipleriyle diyaloğunda bu tarzı tercih edebilir. Esasen, fark yaratmak çoğu kez bu sayede mümkündür. Ancak, bütün bu gerilime zeka ve espri kaabiliyeti de eşlik etmelidir. Yakın siyasi tarihimizde siyasal polemiklerde böyle pırıltılar vardı ve partiler arasında gerilimi ne kadar artsa da atmosferi medenileştiren cümleler eksik olmazdı.
Zeka, nükte, incelik ve espri gibi özellikler epeyidir kayboldu. Bugün artık siyasi rekabet denilen şey daha ölçüsüz, sorumsuz ve öfkeli bir dil üzerinden gelişiyor. Olmaz denilen ağır sözler liderlerin dilinden kolaylıkla dökülebiliyor. En büyük meselemiz olan kalite ve seviye eksikliği; siyasetle kolkola, hergün biraz daha düşük irtifaya doğru yürüyor. Akademi, kültür, sanat ve eğitimi ne kadar seviye isteyen branş varsa da peşinden gidiyor.
Türkiye’yi çoraklaştıran siyaset dili aynı zamanda büyük problemlere karşı ciddi, bilimsel ve sorumlu analizlerin önünü kapatıyor. Bilgi ve gerçek giderek değersizleşiyor, doğru söz köşeye sıkışıyor; problemler böylelikle kronikleşiyor. Siyaset gerçek dünyayı perdelerken, ekonomiden hukuka, dış politikadan çevreye kadar bütün alanlarda gereken yol gösterici belgeler oluşamıyor. Hiçbir temel sorun çözülemiyor, bilakis ilaveler oluyor. Vizyon üretilemiyor, üretilenler lümpenlik fırtınasının karşısında dağılıp gidiyor.
Ekonomisi böyle olan bir ülke meselelerini böyle savruk ve gelişigüzel konuşmaz… Önce gerçekle yüzleşir sonra da acı, tatlı gereken her ilacı içer. Uzun uzun tartışır, her sese kulak kabartır, konuşanları susturmaya çalışmaz. Bu ülkenin iktisadı iktidardan, muhalefetten, topyekün siyasetten önce sıradan insanları ilgilendirir. O insanların hayatına, bugününe ve geleceğine tesir edecek kararlar alınırken sessizlik emredilemez. Bilakis, daha çok ses, daha fazla söz ve tartışma zarureti vardır.
Hukuku böyle olan bir ülkede, hakeza. Dedikoduyla, ithamla, yaftalamayla yürüyen yargı sistemini gözardı edip, koskoca bir ülkenin buna kayıtsız kalması beklenemez.
Hamasetin gölgesinde neredeyse konuşulmaz hale gelene dış politika da gündemden bu kadar uzakta kalamaz. Bütün ilişkileri sorunlu ve dolayısıyla maliyetli hale gelen Türkiye’nin, kapıları dünyaya kapatan haline bir çare düşünememek yine o baskın dilin eseridir. Bu aynı zamanda kendi kendimize anlatılan bir sürü gerçek dışı kahramanlık ve başarı hikayesinin ayakta kalmasına yarıyor. Kapanan kapılar ve arkasından örülen komplo teorileri sayesinde bazılarımız dünyayı gerçekten titrettiğimizi zannediyor veya bizim karnımız doyarken gelişmiş memleketlerde insanların açlık ve yoklukla mücadele ettiğine inanıyor.
Yanlış siyaset dilinin üzerine şimdi de dozu artan bir din referansı eklendi. Hep vardı elbette ama bu kadar değildi. En azından kimse enflasyon, faiz ve döviz kurunu mukaddesatla izaha teşebbüs etmemişti. Veya haksızlık ve hukuksuzluklara fetva arayan olmamıştı. Daha dindar olduğunu söylemek veya dindarlığa hürmetkarlığın kampanyasını yapmak bile siyaseten yanlışken, şimdi yaptıklarının din ve Allah adına olduğunu iddia eden aşamaya gelmiş bulunuyoruz.
Siyaset önce seviye kaybına uğrayıp ardından da dine dayandıkça gerçekte olan şey işlerin yolunda gitmediğidir. Kitleleri, itiraz edemeyecekleri veya itirazlarını ifade edemeyecekleri yerden sıkıştırmak, insanların inançlarını -üstelik dinin tek bir yorumu üzerinden- siyasi davranışlarıyla eşleştirmeye zorlamak siyaset sınırlarının dışıdır. Dindar tabana siyaset yapmak, din dilini siyaset diline payanda yapmak değildir. Bunda ısrar etmek, son zamanlarda çok fazla bahis konusu olan “kazanımlar”ın doğallığına zarar verir. Meşruiyete zarar verir ve normal olanı anormalleştirir…
Bu noktaya gelinmişse, olup biteni perdelemek ve dikkati dağıtmak için başka çare kalmamıştır. Aynı zamanda birikmiş, derinleşmiş ve çözümsüz kalan problemlerin üzerine biraz daha toprak atılıyor demektir.