Vicdan ve tövbe
Hepimiz insanız; insan olmanın kaçınılmaz sonuçlarından biri de –Hz. Peygamber’in belirttiği gibi- hata yapmamız, günah işlememizdir. En büyük hata, hatasızlık iddiasıdır. Çünkü bu iddia bir kibir işaretidir. Kibrin en büyük zararı ise kişiye, kendisinin kusurlu olamayacağı, her yaptığının doğru olduğu kuruntusunu aşılaması ve sonuçta hata ve yanlışlarını görüp düzeltme erdemimden onu yoksun bırakmasıdır. O yüzdendir ki, Peygamberimizin, en küçük bir kibri bile, kulun cennete girmesini engelleyecek kadar tehlikeli bir günah saydığı rivayet edilir. Kusursuz insan şimdiye kadar görülmedi, şimdiden sonra da görülmeyecektir.
Dinî öğretiye göre günah, atamız Hz. Adem’in cennette yasağı çiğnemesiyle başlamış; oğlu Kabil’in haksız yere kardeşi Habil’i öldürmesiyle nesilden nesile devam etmiştir. Fakat öte yandan Kur’ân-ı Kerîm’de Adem ve eşinin hatalarını görüp kabul ettikleri, pişmanlık duyup tövbe ettikleri; keza Habil’in, kendisini ölümle tehdit eden Kabil’e el kaldırmayacağını söylediği ve öldürülmeyi göze alarak sözünde durduğu, Kabil’in de kardeşini öldürdüğüne pişman olduğu anlatılır. Bu bilgiler, insanın özünde iyiliğin de bulunduğunu göstermektedir. Kur’an, insanoğlunun iyilik ve kötülük işleme potansiyelini “Allah insanın özüne (nefs) hem iyilik (takva) hem de kötülük (fücûr) yeteneğini verdi” şeklinde anlatır (Şems 91/8). Adem’in ve soyunun yeryüzünde “halife” yapıldığını, Adem’in önünde meleklerin saygıyla yere kapandığını anlatan ayetler (Bakara 2/30-34) ile insanların aslî “fıtrat”ına ilişkin ayet (Rum 30/30) gibi başka yerlerde de insanın fıtrî yapısındaki iyiliğe dikkat çekilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’e daha geniş ve bütüncül bakıldığında görülür ki, onun temel amacı, insana özündeki iyiliği korumasını, kötü duygu ve eğilimlerden arınmasını, nihayet bütün gücüyle kötülüklerini azaltıp iyiliklerini çoğaltmasını sağlayacak bir bilinç kazandırmaktır. Bu suretle insan, kendisi için mümkün olan en güçlü şekilde bir ahlâkî ve amelî dönüşümü başaracak, erdemli bir bireysel ve toplumsal hayatı inşa edecektir. Hz. Peygamber’in mücadele çizgisine daha üstten baktığımızda onun, Kur’an’ın ışığında böyle bir küllî amacı gerçekleştirmeyi hedeflediğini ve bunu başardığı görürüz.
***
İnsanın, kendi davranışlarını ve kendisini onlara yönelten içindeki niyeti en iyi yine kendisinin bilmesi; niyet ve davranışlarının muhasebesini yine bizzat kendi vicdanında yapması beklenir. Nitekim Hz. Peygamber, “Kötülüğün seni üzüyor, iyiliğin seni sevindiriyorsa artık sen müminsin” diyerek vicdanî duyarlılığın dinî değerini ifade etmiştir. Hatta o, iyilik ve kötülüğü, insanda meydana getirdikleri vicdanî etkinin mahiyetine göre şöyle tanımlamıştır: “İyilik (birr), vicdanını (kalb) hoşnut eden; kötülük (ism) ise vicdanını rahatsız eden, içine huzursuzluk veren tutumdur.”
Vicdanın ahlâkî hayat üzerindeki en olumlu ve en tam tesirinin İslâmî literatürdeki adı “tövbe”dir. Vicdanın, işlenmiş bir kötülük karşısındaki üzüntü ve pişmanlık şeklindeki tepkisi, ancak kötülüğün tamiri için iradeyi harekete geçirmesi şartıyla ahlâkî bir değer taşır. Çünkü bu sayede pişmanlık, gelip geçici ve sonuçsuz bir duygu hareketi olmaktan öte, insanı şuurlu olarak kötülükten vazgeçmeye ve daha önce işlediği kötülükleri iyilikler yaparak telâfi etmeye götürür. İşte Kur’ân-ı Kerîm’in “tövbe-i nasûh” dediği gerçek ve tam tövbe budur.
Şu halde, tam tövbe ahlâkî şuurun sürekli canlılığıdır. Tövbe, –çoğunlukla yapıldığı gibi- dilimizin gelişigüzel söylediği kalıplaşmış ve içtenlikten uzak sözlerin şuursuzca tekrarı değil, hatalardan duyulan nedametin kalplerde derin bir şekilde hissedilmesinden başlamak üzere, tam bir iradî cehittir. Öyle ki, bu cehit bizi, Allah’ın huzurunda kötülüklerimizi -âhirette itiraf etmek zorunda kalmadan önce- bu dünyada iken itiraf etmeye, O’ndan ve hatalarımızla zarar verdiğimiz herkesten af dilemeye yöneltir. Bununla da kalmayarak, kalbimizin bu cehdi, kötülükten vazgeçmek ve ‒Kur’an’ın ifadesiyle‒ “kötülükleri iyiliklerle telâfi etmek” şeklinde amelî sonuçlar doğurur.
Fakat, Gazâlî’nin dediği gibi, “İnsan bir kötülük işlediğinde, günahı peşin alırken tövbeyi geleceğe bırakır.” İnsanoğlu, sadece başkasını değil, aynı zamanda, hatta daha çok kendisini aldatmak garipliğini gösteren bir varlıktır. Onun için, kötülük kime karşı yapılmış olursa olsun, Yüce Kur’an onu öncelikle insanın kendine kötülüğü sayar ve bunu sık sık hatırlatır.