Ramazan’a girerken
Resûl-i zîşân efendimizin ifadesiyle Ramazan’ın gölgesi üzerimizi kaplamış bulunuyor. Hepimiz için hayırlı ve mübarek olsun.
Ünlü düşünür Gazâlî şöyle der: “Hakiki kul, öncelikle Allah’ın dışındaki şeylere köle olmaktan kurtulan ve böylece tam olarak özgürleşen kişidir. Bu özgürlük gerçekleşince kalp başka bağlardan kurtulur ve oraya Allah’a kul olma iradesi yerleşir; bu sayede kalp Allah ile, Allah sevgisi ile bütünleşir; Allah’tan başka muradı olmaz.”
İşte kâmil dindarlık bu olsa gerek. Ama günlük hayatın koşuşturmaları bizi esir almakta ve kendi ruh dünyamızdan uzaklara atmaktadır. Maddi ve bedensel taleplerimiz yönünden kendimizle meşgul olurken ruhî ihtiyaçlarımız, dinî ve ahlâkî kemalimiz bakımından kendimizden uzaklaşıyoruz; ünlü Alman psikanalisti Erich From’un deyimiyle maddeye ve eşyaya boyun eğip kulluk ederek özümüze yabancılaşıyoruz.
Bir âyette “Allah’ı unutan, bu sebeple Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın” (Haşr 59/19) buyurulur. Modern çağın insanları çoğunlukla Allah’ı unuttukları, Allah yokmuş gibi yaşadıkları için bizzat kendilerini, kendi nihai iyilik ve kurtuluşlarını da “unutmuş” durumdalar. Son yıllarda dünyamızda yaşanan korkutucu gelişmeler göstermiştir ki insanoğlunun doymak bilmeyen tutkuları uğruna ürettiği zararlar, sonunda dönüp yine kendisini vurmaktadır.
İşte Ramazan’ın ve oruç ibadetinin bize sağladığı en büyük fırsatlardan biri, bu gafletimizin farkına vararak Allah’a yönelmek, ihmallerimizi telafi etmek; uzağına düştüğümüz gerçek benliğimize dönerek kendimizi, gönül dünyamızı, ahlâkımızı ve vicdanımızı ilâhî güzelliklerle zenginleştirmektir. “Gönüller ancak Allah’ı anmakla huzura ulaşır” (Ra‘d 13/28) meâlindeki âyetin anlatmak istediği de bu olmalıdır.
***
Oruç sadece bedensel bir perhiz değil, aynı zamanda kötü söz ve davranışlara karşı ahlâkî perhizdir. Bunu ifade eden bir hadislerinde Peygamber efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Oruç (kötülüklere karşı) kalkandır. Oruçlu olan kötü söz söylemesin, kavga etmesin, kabalık yapmasın. Şayet biri kendisine sataşır, kötü söz söylerse, ‘Ben oruçluyum’ demekle yetinsin.”
Dünyada varlık içinde doğan, varlık içinde yaşayan ve ölen pek çok insan vardır ve bunlar eğer oruç tutmuyorlarsa yokluğun, açlığın ne demek olduğunu, aç susuz insanların nasıl bir acı ve ıstırap çektiklerini belki de hiç hissedemeyecek, bu insanlık gerçeğini tecrübe edemeden bu dünyadan göçeceklerdir.
İşte oruç, bu tecrübeyi yaşatması istenen yüksek bir insanî ve ahlâkî erdemdir. Çünkü oruç, hayatının her yılının en az bir ayını kendi iradesiyle açlığa ve susuzluğa katlanarak yaşayan zenginlerle, belki bütün ömrünü ihtiyaçlar içinde geçiren yoksulları aynı duyguda buluşturmakta; varlıklıları yoksulların, çaresizlerin dünyasına taşımaktadır. Oruç tutan biri bu duyguları hissedemiyorsa –Peygamberimizin ifadesiyle- “onun aç ve susuz durmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.”
İki lokma katıksız ekmeğin bile ona muhtaç olanlar için ne kadar değerli olduğunu, varlıklı insanlara ancak oruç anlatabilmektedir.
Bir hadiste buyurulduğu gibi, “Bütün insanlar Allah’ın ailesidir ve onların Allah katında en sevilenleri de ailesine faydası dokunanlardır.” Buna göre, bir kimsenin oruç sayesinde insanların açlık ve susuzluğuna ortak olması ve Allah’ın verdiği nimeti O’nun kullarıyla paylaşması da nimeti veren Allah’a şükürdür, hatta hakiki şükür budur. Çünkü hakiki şükrün, nimetin cinsinden olacağı bildirilir. Nitekim Kitabımızda şöyle buyurulur:
“Allah’ın size verdiği kendi malından siz de onlara veriniz” (Nur 24/33).
“Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara ihsan et” (Kasas 28/77).