Müslüman dünyada zihinsel kilitlenme ve sonuçları
Emperyalist Batı devletlerinin Müslüman topraklarda 1948’de İsrail devletini kurarak Müslüman coğrafyanın bağrına hançer saplamaları ve o günden bugüne Filistin’de yaşanan kayıplar, acılar, çaresizlikler; Irak’ta, Suriye’de ve diğer İslam beldelerinde olup biten (daha doğrusu bitmeyen) dramlar, yoksulluklar, sefaletler, dışarıdan ve içeriden Müslüman bireylere ve toplumlara yönelik korkunç insan hakları ihlalleri… Müslüman dünyada son yıllarda hatta son iki-üç yüzyılda yaşananların hepsinin, günümüzden en az sekiz-dokuz asır öncesine kadar giden derin sebepleri var.
Uzmanlarının söylediğine göre, her insanın bedensel hastalıklarının bir hikâyesi var; başta genetik hastalıklar olmak üzere, tüm hastalıkların tedavisinde bu hikâyeleri bilmek önem taşıyor.
Toplumsal hastalıkların da hikâyeleri var. Tarih biliminin önemi buradan gelir. Tarihimizi okuyarak vaktiyle nerelerde ne gibi yanlışlar yaptığımızı öğrenir, bir daha o yanlışları yapmamaya çalışırız.
Ne var ki, tarih biliminin bize bu faydayı sağlaması için tarihi duygusallığa kapılmadan, objektif ve eleştirel bir gözle okumalıyız. Müslüman entelektüeller çoğunlukla kendi düşünce, kültür, siyaset, hukuk vb. tarihlerine hâlâ objektif ve analitik bir yöntemle bakmıyorlar; bu nedenle geçmişte nerelerde ne tür yanlışlar yapıldığını ve bunların bugüne kadar gelen olumsuz sonuçlarını göremiyor, gösteremiyorlar. Bu yüzden, başta siyasetçiler ve diğer uygulayıcılar olmak üzere, tüm toplum kesimlerine o yanlışları görüp düzeltme basiret ve iradesini de kazandıramıyorlar. Onun için -yerli çalışmaların yanında- yabancı İslam araştırmacılarının kültür tarihimize dair yaptıkları önyargısız çalışmaları okumanın da bu konuda objektif bilgi edinmemize ve yanlışlarımızı görüp düzeltmemize katkı sağlayacağını düşünüyorum.
ABD’li yazar Robert R. Reilly’nin The Closing of the Muslim Mind (Müslüman Zihninin Kilitlenmesi) başlıklı böyle bir çalışmasını okumuştum yıllar önce. Son olarak Suriye’de izlediğimiz dramların, tarihin derinlerindeki zihinsel sebeplerini hatırlamak için baştan sona tekrar okudum.
Şu internet adresinden PDF’si ücretsiz indirilebilir:
Kitaba bir takdim yazısı yazan Roger Scruton özetle şöyle diyor:
Kökleri bir yandan Ortadoğu dinlerine, bir yandan Grek kültürüne ve Roma hukukuna uzanan Batı medeniyeti iki bin yıl boyunca binlerce değişime uğrayarak gelişti; yeni kurumlar, yeni yasalar, yeni siyasi düzen formları, yeni bilimsel teoriler ve sanatta yeni uygulamalar ortaya koydu. Ve yeni tecrübelerin geliştirdiği bu gelenek, zamanla devletin garanti ettiği özgür düşünceye, aydınlanmaya, demokrasiye ve toplumsal düzen biçimlerine yol açtı.
Ve Roger Scruton ardından soruyor:
“Benzer bir şey İslam dünyasında neden olmadı? Miladi yedinci yüzyılda öylesine zengin bir enerjiyle ortaya çıkan,… şehirler, üniversiteler, kütüphaneler kuran; dünyada kalıcı izler bırakan, gelişmiş bir saray kültürü üreten bu (İslâmî) medeniyet neden şimdi birçok yerde sessiz, şiddet yanlısı ve öfkeli?
(Özellikle) Avrupa’da laik bir yargının nimetlerinden yararlanmak için (Batı’ya) göç eden Müslüman azınlıklar… neden tamamen farklı bir yasa türü talep ediyorlar?”
Roger Scruton şu tespitini de ekliyor:
“Reilly'nin gösterdiği gibi, bu bataklıktan çıkış yolunu bilen Müslümanlar var; ancak kendilerini dinlemeye ve korumaya istekli kitleleri veya rejimleri pek bulamıyorlar.” Bunlardan biri, Lübnan asıllı ABD’li akademisyen Fuad Acemî (1945-2014), bilimin en önemli ilkesi olan sebep-sonuç ilişkisinin kesinliğini reddetmenin, hâlâ Müslüman toplumların baş sorunu olduğunu anlatmak için şöyle yazmıştı:
“İslam dünyasında nereye gitsem aynı sorunla karşılaşıyorum: Sebep ve sonuç, sebep ve sonuç…”
Fuad Acemî’nin dediği gibi günümüz Müslüman dünyasının dindar zihinlerinde hâlâ varlığını sürdüren sebep ile sonuç arasında zorunlu bir ilişkinin bulunmadığı fikri, bilindiği üzere, Eş‘arî kelamcıların ortak kabulüydü. Fakat bu fikri Müslüman toplumların zihnine kazıyıp bilimin engeli haline getiren düşünür Gazâlî olmuştur. Gazâlî’nin, Müslüman zihinlerde felsefe ve akıl karşıtlığını besleyen, bilimsel gelişmeyi önemsizleştiren diğer bir tutumu ise sebep-sonuç ilişkisinin zorunluluğunu savunan ve aklı kullanarak varlığı anlamaya çalışan Fârâbî, İbn Sînâ gibi filozofları kâfir olmakla suçlamasıdır.
Çağımızda Müslüman dünyanın yaşadığı gerilikler, işgaller, sefalet ve acılar, yüzyıllardır süren böyle bir “zihin kilitlenmesi”nin sonucudur. Çözüm süreci ise bu kilitlenmeyi görmek ve kabul etmekten başlar; başlayacaktır da…