Selahaddin ya da Orhan olabilmek!..
Doğadaki canlı türlerinin neredeyse tamamının ortak özelliği herhalde istilacı olmaları. “Yaşamak için öldürmek” kulağa itici geliyor ve rahatsız edici bir durum. Gelgelelim ki yaşamın temel kurallarından birisi. Yaşamını devam ettirmek için güçlü olmanız da tek başına yeterli değil; dünya denen büyük laboratuvarda akla gelen-gelmeyen yüzlerce belki binlerce etken çevremizi kuşatmış durumda ve her biri kaderin ağlarını bize rağmen örüyor.
İnsanlık açısından baktığımızda yıkılmaz denen, yenilmez denen nice güç tarih sahnesinden birdenbire silinip gitmiş. İbn-i Haldun’un dediği gibi insanın kurduğu düzen de insan gibi doğuyor, büyüyor, gelişiyor, ihtiyarlıyor ve yaşlılık zaafları ile çöküşe geçip yıkılıyor. Zaafları tedavi etmekse sanıldığı kadar kolay da değil.
Bugün için attığınız doğru adımlar yarının yanlışları olabiliyor. Davulla, zurnayla kutladığımız düğünlerimiz gibi!.. Hiç kimse evlenirken boşanırız diye evlenmiyor ama pek çok evlilik zamanın yıkıcılığına dayanamayıp bitiyor.
Yakın çevremizdeki coğrafya sürekli bir karmaşa halinde. Biri bitmeden diğeri başlıyor.
80’li yılların başında Sovyetlerin yakın bir gelecekte çökeceğini söyleyen herkese deli gözü ile bakılırdı. Bugün sahafları gezin hala o dönem kaleme alınmış ve Sosyalizmin tüm dünyaya egemen olacağı iddiasını taşıyan birçok kitap görürsünüz.
90 sonrası Fukuyama’nın deyimi ile “medeniyetler çatışması” başladı. Bugün insanlık koşar adım yeni bir delirmenin eşiğine doğru gidiyor.
İnsanlığın her delirdiği dönem, dünyanın insanların katledildiği bir mezbahaya döndüğünü tarih bize gösteriyor.
Reform hareketlerini müteakip Avrupa mezhep savaşları yüzünden asırlarca birbirini doğradı. Bu kanlı tarih ancak 1648 Westphalia Antlaşması ile nispeten durdu. Bu paradigma değişikliğinin dünyanın geri kalanı için bir felaket getirdiğini de hemen not edelim.
Fransız İhtilali de “özgürlük, eşitlik, adalet” diyerek yola çıkmıştı ama ürettiği yapay milliyetçilik bugün bile kan dökmeye devam ediyor.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarındaki çıldırma halini zaten biliyoruz. Hitlerin yetiştirmesi İsrail’in bugün geldiği nokta insanlığın nasıl ikiyüzlü bir yapıya sahip olduğunu bize acımasızca gösteriyor. İsrail Yahudi İŞİD Müslüman; peki aralarında ne kadar fark var. İkisi de hedefleri için sınır tanımıyor ve muğlak bir geçmişten besleniyor. İŞİD’in kurduğu cariye pazarları ile İsrail’in vaat edilmiş toprakları arasında ne fark var?
İnsanlık medenileşebilir mi? Bu sorunun kendisi bile sorunlu. Çünkü, insanlık pek çok barbarlığı medenileşme adına yapıyor. Barbarlığın sınırları da bu yüzden sürekli değişiyor.
Ve maalesef sürekli sınanan bir insanlık var ve insanlık bu sınanmaların çok azından onurlu bir şekilde çıkabiliyor. Kudüs’ü fetheden Selahaddin Eyyubi ya da Bursa’yı fetheden Orhan Gazi gibi insanlığını yitirmeden kalabilen kaç lider var?
Ve halklar bu sınavlardan ne denli zayıfsız geçebiliyor? Suriyeli mülteciler sınav karnemize 10 üzerinden kaç verebiliriz ki? Ya da kendi iç sorunlarımızda ne derece tutarlıyız? Bir türlü açılamayan açılımlarımızı hatırlayın!..