Kur’an yakmanın arka dünyası
Bir cümleyle belirteyim ki, İsveç’teki Kur’an yakma olayı, bir iğrençlik gördüğünüzde yüzünüzü öbür tarafa çevirdiğiniz, protesto etmeyi bile değmeyecek derecede süfli birinin verdiği süfli bir görüntü; “özgürlük” gibi saygın bir kavramı bu iğrençliğe yakıştıran “aydın” ve devlet kafası daha da süfli!
Kanaatimce bu olay bağlamında anlamamız gereken iki mesele var: 1. Batı’nın, bu olayın arkasındaki tarihten gelen oryantalist zihniyeti; 2. Bizi dönüştürücü-geliştirici bilimsel bilgiden, eleştirel düşünceden ve dünyevi sorunlarla cesurca mücadeleden alıkoyan kendi zihniyet sorunumuz.
1. Basından öğrendiğimize göre İsviçre devleti İncil yakmayı engellemenin, İsveç devleti de Tevrat yakmayı engellemenin bir yolunu buldular. Çünkü iki olayda da yakmaya kalkışan fanatikler Doğulu idi. Demek ki, Doğulunun bu ülkelerin yasalarındaki “fikir özgürlüğü” [!] dedikleri şeyden yararlanma hakkı yoktu. Ama Kur’an’ı yakmaya kalkışan fanatik ırkçı bir Batılı idi. Ve İsveç hükümeti ona polis korumasında “özgürlüğünü” kullanma hakkı tanıdı.
“Söz konusu özgürlük Kur’an yakma özgürlüğü ise ve onu yakacak olan da Batılı ise bu özgürlük engellenemez” anlayışı, Batılı aydınların ve yönetimlerin beyinlerini istila eden Oryantalizm zihniyetinin dışa vurumudur. Ta Antik Yunan’dan, Roma’dan beri –şekli değişse de- özü hiç değişmeyen, dünyanın bildiği gerçek şudur: Bu zihniyette Doğu ve Doğulu, esas itibariyle sadece hâkimiyet, sömürü ve haz nesnesidir. Çünkü –dünya çapında bir Oryantalizm otoritesi olan Edward Said’in cümlesiyle- “Şark Batı için vardı” (Şarkiyatçılık, çev. Berna Ülner, İstanbul 2008, s. 2179).
Bu gerçeği ifşa ettiği için Batılı aydınları kızdıran Edward Said oryantalist zihniyeti şöyle tanımlar:
“Şarkiyat (Oryantalizm), “Şark” ile (çoğu zaman) “Garp” arasındaki ontolojik ve epistemolojik ayrıma dayanan bir düşünme biçimidir. Aralarında ozanlar, romancılar, felsefeciler, siyaset kuramcıları, iktisatçılar ve imparatorluk yöneticilerinin de olduğu kalabalık bir yazar topluluğu Şark’a, Şark’ın insanına, törelerine, “aklına”, yazgısına vb.ne ilişkin kuramları, destanları, romanları, toplumsal betimlemeleri, siyasal kayıtları işleyip inceltirken, Doğu ile Batı arasındaki temel ayrımı başlangıç noktası saymıştır. Bu Şarkiyatçılık, (m.ö. 450’lerde ölen antik Yunan oyun yazarı) Aiskhylos’la –diyelim- Victor Hugo’yu, Dante’yi, Karl Marx’ı bir araya getirebilir” (age, s. 12).
Demek ki Oryantalizm, İslam’dan da önce Batılı aydın ve yöneticilerin, “suyun (bizdeki boğazların) doğu yakası”na düşen tüm coğrafyalar hakkındaki ötekileştirici ve aşağılayıcı bir zihin yapısıdır. Bu zihin, putperest Greko-Romen kültüründen beri tevhidci-aşkıncı Doğuyu hep “yabancı” görmüş; karşısında üç asır direndiği İsa’nın dinini de ondaki tek Allah’ın çoğaltılmasıyla (teslis) kabul etmiştir.
2. Elbette Oyantalizme karşı Oksidantalizm diye bir nefret kültürü oluşturmayacağız. Yapmamız gereken şey düştüğümüz yerden kalkmaktır. Düştüğümüz yer, –özetle- Osmanlı ve genel olarak İslam toplumları olarak bilim alanında Batı’ya karşı üstünlüğümüzü kaybettiğimiz, özgür ve geliştirici düşünceyi önemsizleştirdiğimiz ve dünyevi sorunlarla mücadele ruhunu kaybettiğimiz yerdir. Biz bunları kaybedince, konumuz bağlamında gücümüzü ve etkimizi de kaybetmeye başladık. 1683’teki Viyana yenilgisi bunun ilk işaretiydi. O işareti de diğer birçok benzerini de vaktinde doğru okuyup doğru anlamadık; ne ulemamız ne de devlet adamlarımız... O günden bugüne kötü gidişin her alanda devam etmesi, Müslüman devletler ve toplumlar olarak hâlâ da anlamadığımızı gösteriyor.
Pakistan asıllı, akademik kariyerini İngiltere’de tamamlayan; Princeton, Harvard, Cambridge gibi dünyaca ünlü üniversitelerde hocalık yapan Müslüman bilim, düşünce ve sanat adamı Ekber (Akbar) Ahmed’in bir tespiti var. Sanırım bir kez daha sizlerle paylaştığım o harika tespit şu:
“… Müslümanlar kendilerini savunma kapasitesinden yoksun görünmektedirler. Daha da kötüsü, saldırının doğasını ve hedefini bile anlayabilmekten acize benziyorlar. Liderlerinin boş yaygaraları ve âlimlerinin dar kafalı sızlanmaları, Müslümanları acınacak duruma düşürüyor; düşmanları olan dev kapıdayken kendi aralarında tartışan pigmelere benzemelerine neden oluyor” (Medeniyetler Çatışması, Derleyen: Murat Yılmaz, Vadi Yay. 1997, s. 154-155).
Altı üstü demokrasinin bir rutini olan seçim konusunda şu sırada ülkemizde yaşanan çok yüksek tansiyonlu, saçmalıklarla dolu tartışmaları bundan daha güzel tasvir eden bir söz olamaz.