Türkçenin serencamı
Kültüre Adanmış Bir Ömür” (Okur Kitaplığı, Aralık 2018) D. Mehmet Doğan hakkında yayımlanan dördüncü kitap oldu. Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi başkanı Mahmut Bıyıklı imzalı kitap ülkemizde son yıllarda yaygınlaşan nehir söyleşi hüviyetinde. Biyografi ve hatırat türlerinden izler taşıyan bu ‘melez tür’ün güzel örneklerinin yanında, hazırlanan sorulara cevaplar mahiyetinde olanlar da var. Sözünü ettiğimiz kitap böylesi bir çalışma. Oysa, nehir söyleşiyi söyleşiye konu olan kişi bir yazarsa, eserlerini ve hakkında yazılanları okuyarak kendisiyle yüz yüze ve ‘laf lafı açar’ kabilinden yani söylenenlerden de sorular çıkararak gerçekleştirilen ve kişinin bilinmeyen yönlerine de ışık tutan bir çaba olarak anlamak gerekir. Bu da kişiden yola çıkarak bir fikrin izini sürmekle mümkün olabilir ve zorlu bir iştir.
***
Benim yazılarım dilimizin serencamı yani içine düşürüldüğü durumla ilgili. D. Mehmet Doğan, dil denilince akla gelen ilk isimlerden. Hazırladığı sözlük ve dil yazıları ile ‘dilimizin kalesi’ diyebileceğimiz bir yazarımız. Hâliyle kendisine dilimize dair sorular da sorulmuş. Bir soruya cevabı, benim yazılarımın da dayanağı olabilecek nitelikte. Türkçe maceramızı özlü bir şekilde bakın nasıl ifade ediyor:
“Türkçe binlerce yılın içinden süzülüp gelen bir dil. İlk yazılı metinler 700’lü yıllarda ortaya çıkmış. Öncesi de var belki, ama elimizde olan ‘Orhun Yazıtları’ dediğimiz Orhun Nehri’ne yakın bir bölgede dikilmiş kitabeler. Buradaki yazıtlardan başlayan bir yazılı Türkçe geçmişimiz var. Daha sonra İslami döneme ait yazılı metinlerimiz var. Bunlar da şu anda Türkiye’ye pek uzak Kaşgar ve civarında ortaya çıkmış yazılı metinler. Sonra Anadolu’da çok zengin bir Türkçe edebiyat oluşturduk. Yunus Emre’den itibaren büyük bir edebiyatımız, büyük şairlerimiz ve yazarlarımız, Batı Türkçesiyle yazılmış eserlerin oluşturduğu çok zengin bir kütüphanemiz var.
19. yüzyılın sonunda 20. yüzyılın başında Türkçeyi sadeleştirme hareketleri olmuş. Bu yüzyılda alfabe değiştiren tek köklü millet biziz. Sadece Türkiye Türklerinin değil, Sovyet dünyasındaki Türklerin alfabesi de değiştirildi. Önce Azerbaycan Latin alfabesine geçti. Sonra diğer Türk lehçeleri için Sovyetler Latin alfabesine geçme kararı aldılar. Bu on-on beş yıl sürdü. Bu sefer her lehçe için başka Kiril alfabesi icat ettiler. Böylece lehçeler arasındaki ayrışmayı hızlandırdılar. Bu neye yaradı? Türkîler dahi kendi aralarında Rusça anlaşabiliyorlar.
Dile ikinci müdahale dil devrimidir. 1932 yılında başlayan, 1934-35 yıllarında süratlenen Türkçenin zengin kelime varlığına ciddi bir müdahale şeklinde gelişti. Arapça ve Farsçadır diye birçok kelimenin kullanımı âdeta yasaklandı. Bu kelimelerin yerine bir takım yeni kelimeler uyduruldu. Bu kelimelerin bir kısmı tuttu ve benimsendi. Bazıları hiç tutmadı, yanlış tutanlar oldu.
1935 yılında Türkçeden Osmanlıcaya Karşılıklar Kılavuzu ve Osmanlıcadan Türkçeye Karşılıklar Kılavuzu diye iki küçük cep kılavuzu yayımlandı. Bunların içinde aşağı yukarı yedi bin kelime vardı. Hâlbuki Sir James W. Redhouse, Türkçeden İngilizceye meşhur Turkish and English Lexion’unda, yani sözlüğünde doksan binin üzerinde madde başı, metin içindeki kelimelerle beraber yüz otuz bine yakın söz mevcuttu. Şemseddin Sami’nin sözlüğü Kâmus-ı Türkî’de otuz binin üzerinde kelime olduğunu biliyoruz. 1945 yılında Dil Kurumu ilk Türkçe sözlüğü yayımladı. Bunda da on altı-on yedi bin kelime bulunuyordu. Yarısı yeni uydurulmuş kelimelerdi. Diğer yarısı da “Ey okuyucu bu kelimeleri de değiştireceğiz, ama vaktimiz el vermedi. Şimdilik bununla idare edin, sonra bunları da değiştireceğiz” diye önsözünde açıklaması yapılan kelimelerdi. 1960’a kadar Dil Kurumu sözlüğü bu çerçeveyi pek aşamadı.
Ben dil devrimine itiraz edenlerdenim. Türkçenin zengin dil varlığının korunmasının bizim için hayati olduğunu söyleyenlerdenim. Eskiden bunu söyleyen çok kişi vardı. Buna itiraz eden çoktu ama, ben bu itirazımı bir sözlükle de ortaya koydum. ‘Ben itiraz ediyorum, doğrusu için çalışıyorum ve benim bu konudaki itirazım da bu kitaptır’ dedim ve bunu geliştirmeye geçen zaman içinde devam ettim.”
D. Mehmet Doğan’ın hayatı “kültüre harcanmış bir ömür” olduğu kadar dilimize harcanmış bir ömürdür de. Say’i meşkûr olsun.