‘Türkçemiz ne kadarsa o kadar varız’
Önce Kadir Mısıroğlu, şimdi de Mehmed Şevket Eygi beka âlemine göçtü. Kendilerine Mevla rahmet eyleye. İkisi de sıra dışı şahsiyetlerdi. Yazılarıyla ve yayıncılıkla ömür boyu cansiperane bir şekilde İslâm davasına hizmet ettiler. Büyük ölçüde aynı kaderi paylaştılar. Sevenlerinin, takdir edenlerinin hayır dualarını aldılar, belli dönemlerde rejimin ve dünya görüşü itibariyle karşıtlarının gadrine uğradılar. Ama hiç yılmadılar, alınları ak başları dik yaşadılar.
Mehmed Şevket Eygi’nin yazılarının temel konusu bir Müslümanın nasıl olması gerektiği olmuştur. Bu konuda mevcut hâli sürekli eleştirmiş, âdeta formüllerle olması gerekeni zihinlere nakşetmeye çalışmıştır. Bir İstanbul efendisi kimliğiyle, yazılarında sanata, estetiğe, tarihe ve Osmanlı Türkçesine önem vermiş, Müslümanların ruh cephesini tezyin etmeye çalışmıştır. Bunu yaparken dilimizi en güzel şekilde kullanan ve üslûp sahibi bir yazar olarak; açık, net ve hatasız bir imlâ ile uyarıcı, yol gösterici hüviyeti ile temayüz etmiştir. Gazete yazılarını eski ve yeni alfabe ile yazılmış “Takvimden Bir Yaprak” ibaresi ile sunmuştur. Böylelikle alfabe ve dil devrimi karşıtı bir tutumu görünür kılmıştır.
Telif ücreti almadan, yaklaşık otuz yıl ve her gün Millî Gazete’de yazdığı yazılardan, içinde yazımın başlığındaki ifadenin de yer aldığı, 4.10.2017 tarihinde neşredilen “Alfabe devrimi ve arı dil” başlıklı yazısını dikkatlerinize sunuyorum.
***
“Türkiye denilen bir ülkede yaşıyoruz ve Türkçe denilen bir lisanı kullanıyoruz. Türkiye olmazsa var olmayız, Türkçe olmazsa yine var olmayız. Türkçemiz ne kadarsa o kadar varız. İki Türkçe var: Birincisi ortalama üç yüz, bilemediniz beş yüz kelimeyle konuşulan günlük, sözlü çarşı pazar Türkçesidir. İkincisi konuşulmayan, yazılan edebî zengin Türkçedir ki, bunu bilmek ve anlamak için on bin, yirmi bin kelime, terim bilmek gerekir. Edebî Türkçe konusunda cahillik yaygın hale gelirse, lisan elden giderse varlığımız da tehlikeye girer. Bu zengin Türkçeyi lise diplomasına sahip her Türkiyeli mutlaka bilmelidir. Cumhuriyetin ilanından sonraki baskıcı, vesayet rejimlerinin yaptığı alfabe ve dili arılaştırma devrimleri Türkçeye büyük zarar vermiştir. En güzel edebî Türkçe 1920’lerin Türkçesidir. Bu zengin ve güzel Türkçeye dönülmezse varlığımızı korumak güçleşecektir. Latin alfabesinin Türkçeye ve Türkiyelilere faydalı olacağı ve onları yükselteceği iddiaları iflas etmiştir. Japonlar, kendi çok zor millî yazılarını korudular ve akıllara durgunluk veren bir kalkınma sergilediler. Biz Latin alfabesiyle, sade suya tirit arı Türkçeyle onlar gibi olamadık. Türkiye devletinin, Türkiyelilerin, bilhassa okumuşlarımızın, varsa, aydınlarımızın temel gündem maddelerinden birinin lisan meselesi olması, bu konuda seviyeli tartışmalar yapılması, ciddî analizler yayınlanması gerekir.
Lisanımızdaki Arapça ve Farsça kelimelerin atılması çok yanlış bir iş olmuştur. Fransızcadaki Latin kökenli kelimeler atılsa Fransızca diye bir şey kalmaz. Almancada otuz bin yabancı kelime bulunmaktadır, bu konuda lügat kitapları bile yazılmıştır. Alfabe ve dil devrimleri büyük bir kopukluğa sebebiyet vermiştir. Bu kültürel ârızaların mutlaka tâmiri, devamlılığın sağlanması gerekmektedir. Bu maksatla liselerde, seçmeli değil, mecburi Osmanlıca eğitimi verilmeli; Osmanlıca bir günlük gazete, Osmanlıca aylık bir dergi (çıkarılıyor), Osmanlıca kitaplar yayınlanmalıdır (yayınlanıyor).1928’den önceki Türkçe kitapları, belgeleri, mezar taşlarını, anıt kitabelerini okuyamayan bir toplum bilgili ve kültürlü müdür, yoksa cahil midir?”
Üstad aynı gün köşesinde OSMANLICA başlığıyla ilginç bir anekdota da yer vermiş. Onu da aktaralım: “Geçenlerde, bir yemekte tanıştığımız Müslüman bir profesöre sordum: ‘Osmanlıca biliyor musunuz?’ ‘Bilmiyorum’ dedi. ‘İzin verirseniz bir şey söyleyebilir miyim?’ dedim. ‘Buyurun söyleyin’ cevabını verince, ‘Hayret ki hayret, okuma yazma bilmeden profesör olmuşsunuz’ dedim.”
Mehmed Şevket Eygi rahmet-i Rahman’a kavuştuktan sonra da Millî Gazete’de yazıları neşredildi. Bu konuda gazetenin açıklamasına göre, vefat etmeden yazılar göndermiş. Vazife şuurunun yüksekliğinin delili olan bu yazılardan 17 Temmuz’da neşredilenin başlığı “Gençler direniniz”. Başlıktan da anlaşılacağı üzere olan bitene seyirci, uyuşuk bir gençlik Eygi’nin Müslüman tanımına uymuyor. Maddeler halindeki yazının üçüncü maddesi, bir varoluş meselesi olarak gördüğü lisan ve edebiyata ilişkin. Şöyle yazmış: “Sizi lisan ve edebiyat bakımından cahilliğe, geriliğe mahkûm ediyorlar, direniniz, çok yüksek seviyede edebiyat kültürüne sahip olunuz. Sakın ben inşaat mühendisi, tarımcı, maliyeci olacağım bana edebiyat gerekmez gibi aptalca laflar etmeyiniz. Sadece edebiyat yetmez ama, ne kadar edebiyat kültürün varsa o kadar düşünebilirsin.”
Son olarak bir başka yönüne dair, bir vasiyet olarak da görülebilecek bir alıntıda bulunalım. Yabancı dil bilen bir münevver olarak yurtdışındaki neşriyatı da takip eder, dikkatini çeken hususları yazılarına taşırdı. Bu yönüne 2.7.2000 tarihli yazısından bir örnek: “İngiliz Türkolog Goofrey Lewis ‘The Turkish Language Reform: A Catastrophic Success’ Türk Dil Devrimi: Felaketli Bir Başarı (Oxford University Press) isimli bir kitap yazarak Türkçenin başına gelenleri anlatmış. Biri çıksa da bu eseri Türkçeye çevirse, bir kısım aydınlarımız okusa. Ben Türk ve Müslüman olduğum için inandıramıyorum, belki İngiliz yazdı diye dil konusundaki acı gerçekleri kabul ederler.”