Mustafa Everdi hikâyeleri okumak
Bu yazıyı Zürih’te yazıyorum. Yeni doğan torunumu görmeye geldim. Zürih’e üç yıl önce de ilk torunumun doğumu vesilesiyle gelmiştim.
Dostum Mustafa Everdi uzun yıllar avukatlık, yayıncılık yaptıktan sonra noterlik yapma lüksüne kavuştu. Ordu, Hatay/Dörtyol’dan sonra Ankara’nın göbeğinde Kızılay’da cazip mesleğini sürdürüyor. Buraya gelmeden ziyaret ettiğimde iki hikaye kitabını imzaladı. Uçakta ve burada okuduğum Kılçıklı Hikâyeler ve Metropol Mücahidi isimli eserlerdeki hikayeler önce Facebook’ta paylaşılmış, sonra da Bilge Kültür Sanat Yayınevi’nce bu yıl kitaplaştırılmış. Künyede kitapların editörü olarak tanınmış edebiyatçı Recep Seyhan görülüyor. Kitapları okuyunca belirgin bir editöryel katkı göremediğimi söylemeliyim.
Mustafa Everdi, öteden beri yazdıklarına aşina olduğum bir yazı düşkünü. Eski-yeni, Doğu-Batı demeden çok okuyan, sürekli de yazan, her daim meselesi olan bir edebiyatçı. Evvelce çalakalem yazan biri iken, şimdilerde ne söylemek kadar, nasıl söylemek konusunu büyük ölçüde halletmiş, kendine özgü bir dil ve üslûb geliştirmiş, anlatımda yetkin bir yazar olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca Facebook’ta yazıyor olmanın avantaj ve dezavantajlarına sahip.
Avantaj olarak şunlar söylenebilir: İşlek bir zekaya sahip olarak dizginlenemez bir at gibi kalem oynatma şehvetine kapılma. Geleneksel hikâye dilinin dışına çıkarak dijital edebiyatın ele avuca gelmez serazat ortamında yeni ve farklı bir okur kitlesiyle buluşma. Üstelik interaktif bir şekilde okur yorumlarını da alarak yazdıklarının karşılığını görme. Kitaplara alındığı kadarıyla daha çok övgü ve takdir yorumlarıyla koltuk kabartma. Sosyal medyanın karakterini çözümleyerek yazarlığın sınırlarını, yazdıklarının özünü ve biçimini belirleme.
Dezavantajlarına gelince... Avantaj olarak görünenler aynı zamanda dezavantaja dönüşme riski taşırlar. Denetim dışı olma Everdi gibi mizah ve ironi peşindeki yazarlar için biçim ve içerik savrulmalarına zemin hazırlar. Kitapların isimleri bile yazarın neyin peşinde olduğunu ifşa etmektedir. Dinî, millî ve ahlâkî konularda toplumun var olan kabulleriyle âdeta dalga geçmekten zevk alan, ‘günün adamı’ olma girdabına kapılan bir görüntü verme kolay kabul edilebilir bir husus olmasa gerek.
Hikâyelerde abartılı olsa da inceliklerle dolu, fakat bir hayli hınzırca, arsız bir dille anlatım öne çıkıyor. Her konuda donanımlı bir yazarla karşı karşıyayız. Bunun yanında iki temel probleme işaret edelim. Yazar bir anlatıcı olarak hikaye karakterlerine uymayan dil ve söylem geliştiriyor. Bütün hikayelerde gerçeklik duygusu doğuracak karakterler yerine Mustafa Everdi konuşuyor.
Bir aksaklık da Everdi okuduğu metinlerden, daha çok da Batılı yazarlardan bazı alıntıları, çok bilmişlik taslama denilebilecek şekilde, olay örgüsüne ve karakterlere giydiriyor. Böyle olunca da ‘altı kaval üstü şişhane’ bir durum ortaya çıkıyor.
Editöryel katkının yeterince olmadığına hükmedebileceğimiz bazı örnekler de verelim. Önce Kılçıklı Hikâyeler kitabından. Köprüler Kurdum Gelip Geçmeye hikâyesinde Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören gibi yazarları konuşturarak açıkcası onlarla kafa buluyor. Buna edebiyatı kötüye kullanmak diyebiliriz. Ayrıca “Sanki öneri teklif etmek...” sözü göze batıyor.
Kimi isimlerin yazımında yeterince özen gösterilmemiş. Birkaç örnek: Tarık Bin (bin yazılmalı) Ziyad (s.31). “Lübnan çınarı (doğrusu sediri) gibi bacaklarım” (s.35). “abazalar...” (doğrusu abazanlar) (s.35). “yürek tapırdılarına” (doğrusu tıpırdılarına). “Edgar Alan (doğrusu Allan) Poe” (s.54). “Klimnt (doğrusu Klimt) tabloları” (s.102). “Hasanü’l-Basri gibi sarayı terketmeye karar verdim” (s.135). Saray terk edenin İbrahim Edhem olduğunu Everdi’nin bilmesini beklerdim. Hele 22 çokbilmiş, yazarla ahkâm kesmede yarışan yorumcuya ne demeli. İçlerinde Hasan Boynukara (Prof.) gibi yetkin yorumlar yapanlar da var ama yanlışın farkında olan yok. Yazarın eline su dökmek yorumculuk olarak görülüyor.
Kitabın bazı hikâyeleri yorumlarıyla yayınlanmış. Kılçıklı Hikâyeler’de yorumda bulunanlardan bir kısmı, başta editör Recep Seyhan olmak üzere Fikir Coğrafyası sitesinden tanıdık isimler. Akademisyenler Vehbi Başer, Hasan Boynukara, Nilgün Çelebi gibi. Çelebi yorumunda “Bekledim intacda bir mv eve iftara gelsin diye” yazmış. Bu sözden birşey anladınız mı?
Dinî hassasiyetlerle bağdaşmayan ifadelere hiçbir kaygı duyulmadan yer verilmiş. Bez Parçası hikayesinde şöyle yer alıyor: “Tanrı gençlikten hoşlanmaz (...) ihtiyarlığa da bayılmaz”. Rus Ruleti hikâyesinde Dostoyevski ile bir söyleşi kurgulanmış. Dostoyevski’ye şöyle söyletiyor: “Bak evladım, ateist, deist bile olsa insan, hepimizin dünya ve evren tasavvuru dinlerle kurulur. Sizin Nazim Hikmet’te bizim Mayakovski’de nasıl tezahür eder bu?” Bu iki şairin şiirlerinden alıntılarla sözde bu tasavvura, gerçekte inkar ve kutsala saygısızlığa örnek verilmiş.
Hikâyede şöyle bir ifade var: “Gökten gelen vaat yoktur, desem dinden çıkarırlar beni. Tefe koyarlar.” Söyleme öyleyse desek yeridir.
Metropol Mücahidi kitabından da birkaç örnek verelim: “Bunu göklerin kararı sayacağım” (s.13). “Çıkarıp baktım ki askın meali” (s.55). “Dindarım ama eşek değilim” (s.74)
Son söz: Nasıl yazmayı başarmak kadar, neyi yazmak da önemlidir ve yazının erdemi burada aranmalıdır.