Kırk yaranın dil bahsi
Ezel Erverdi’nin anıt eseri Nurettin Topçu / Dünden Kalanlar ve Geleceğe Umutlar’ın Ekler bölümünde hocası, ‘yol atası’ Nurettin Topçu’nun Hareket dergisinde yayımlanmış yazılarından seçmeler var. Topçu’nun 1967 yılı tarihli Ahlâk Yaralarımız yazısında; “Şimdi size kırk yerinden yara alan millî vücudun yaralarını birer birer sayacağım ve kırk yaranın hepsinde hörmetten ilham ve işaret alan itaatle ödeve bağlılık iradesinin, menfaatsiz hizmeti gaye edinen ilâhî ihtirasın, merhametten hayat, kuvvet alan ve hem de onun müşahedeleri olan mesuliyet ve adalet sevgisinin bizde harap olan izlerini göstermeye çalışacağım. Onlarda bütün vücudu çökerten ahlâkî yıkımın sebeplerini bulacaksınız” diyerek sıraladığı kırk yaramız arasında temel meselemiz olarak gördüğü dil bahsi de var. Bu konuda yazdıklarına bakalım:
“Evvelkiler kadar acı bir hadise dilimizin hançerlenmesidir. Dilin bir içtimaî müessese olduğunu ve bütün içtimaî müesseseler gibi tarih içinde evrimlendiğini bilmeyenler, onu sun’î ve keyfi bir ayıklamaya tabi tuttular. (…) dilimizden zorla kopartılıp atılan kelimelerin yeri boş kalamazdı. Tabiî bir akışla yeni kelimeler o boşluğu dolduracaklardı. Bu dil sûikastından ve bizi mahkûm eden aşağılık duygusunun telkinlerinden, fırsattan istifade edercesine üşüşen yeni kelimeler faydalandılar ve dilimizi istila ettiler. (...) Daha yakın geçmişte ‘ Vatandaş Türkçe konuş ‘ diyenler nerede? Türk dili kendi içinden fethedilmektedir. O şimdi her hâliyle hor görülüyor. (...) Büyük şehrin dükkânları üzerinde yazılı meslek isimlerine bakınız. Bu şehirden yüzünüz kızarmadan ayrılabilir misiniz? Yarın bunlar Türkçe’ye geçmiş kelimeler diye Türk dilinin lügatinde yer alacaklardır. Eğer zamanımızdaki süratli artışları önlenemezse bu gidişle bir gün Türk diline saldıran barbar istilası tamamlanacak ve dilimizin bütün kelimelerini onlar teşkil edecektir. Türk dilinde, Türk irfanında Haçlılar muzaffer olacaklardır.”
Henüz dilimize saldıran barbar istilası tamamlanmamışsa da süratli artışı önlemeye dönük hemen hiçbir şey yapılmamakta, güzelim Türkçemiz cami avlusuna bırakılmış bebek misali ölümle burun buruna yaşamaya çalışmaktadır.
***
Dilimizin içine düşürüldüğü hâl-i pürmelali gösteren örnekler verelim, örneklere geçmeden Mahatma Gandhi’nin bir sözünü aktarayım: “Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelere dönüşür.” Bir kitap tanıtımından: “...önceleri okurken disleksisi (öğrenme bozukluğu imiş) yüzünden çok zorlanıyordu.”
Yücel Kayıran’ın ‘Edebiyata Necmiye Alpay bakışı’ yazısından: “Alpay’ın çıkışı, fenomenal bakımdan sürprizdir.” (Hürriyet kitapsanat, 1.6.2018)
‘Bir ödül de İtalya’dan’ başlıklı reklam metni: “Turkuaz Seramik tarafından tasarlanan, Blue Lavabo ve İbiza Rimless Asma Klozet tasarımlarımız Chicago’dan Good Design, Hannover’den İf Design Award, İstanbul’dan Turkey Good Desing Award, şimdi de İtalya’dan aldığı A Design Award ile tasarım alanında otoritelerden tam puan aldı.” Bu reklam metni kime hitap ediyor acaba? Endüstriyel dil bozgunumuzdan bir başka örnek: Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nce yayımlanan nitelikli ‘Şehir’ dergisinin baskısı Invicta Basın Yayın A.Ş. firmasınca gerçekleştiriliyor. Ali Bulunmaz’ın ‘Utanılacak mahrem eylemler’ başlıklı yazısında sümen olarak dilimize giren kelime, yabancı dilde kullanıldığı şekliyle sumen olarak yazılmış. (Cumhuriyet Kitap, 7.6.2018) Aynı kitap ekinde Selçuk Altun’un numara vererek yazdığı notların 4505 nolu olanından: “Alfred Hitchcock’un mentorlarındandı.” (II. Mahmud) tambur ve ney çalardı (ney çalınmaz üflenir). Polyglottu ve şıktı.” Özümüze yabancılaşmanın bir başka ifade şekli şu sözünde saklı: “...ışıklar içinde uyu Nabi Abi”.
Dilimize dair yürek yangınımıza bir parça su serpen örnekleri de görmekten kaçınmayalım. Bir zamanlar terör suçlusu olarak yargılanan ve çareyi yurtdışına kaçmakta bulan, Paris’te yaşayan ve akademisyenliğine roman yazarlığını ekleyen Pınar Selek’le Cümbüşçü Karıncalar isimli romanı üzerine Eray Ak bir söyleşi yapmış. Selek bir soruya cevaben şunları söylüyor:
“Bana burada gerek yayınevim, gerek okurlar romanlarımı neden Fransızca yazmadığımı sorduklarında, kalbimin Türkçe konuşmaya devam ettiğini söylüyorum. Beynim çok dilli ama kalbim değil. Bu beni mutlu ediyor. İnsanın diliyle bağı, kendi müziğini bulmasıyla da yakından ilişkili. Ben Türkçe ile kurdum müziğimi ve kıyafet değiştirir gibi dil değiştirmek olmuyor. Aynı zamanda bu benim zenginliğim.” (Cumhuriyet Kitap, 31.5.2018)
Ali Birinci dostumun güzel bir sözü ile bitireyim: “Kelimeler ruha çarpan çekiç darbeleridir.” Temel meselemiz ruhsuzluk değil mi?