Biraz da defterden…
Güzel bir Ankara sabahı… Balkon penceresi açık, henüz rahatsız etmeyen yaz havası içeri doluyor. Dışarıdan gelen serçe cıvıltılarına, hiç susmayan, belli ki bize bir şey söyleyen guguk kuşu nakaratları karışıyor. Tabiat hükmünü hiç aksamadan icra ediyor. Yaratıcımız aynı olduğuna göre insan olarak bizim de bu ahenge uygun davranmamız, yapıp ettiklerimizi doğru dürüst yapmamız gerekmekte ise de hemen her işimizde böyle davranmadığımız inkâr edilemez. Guguk kuşu yazdıklarımı onaylarcasına ritmini kaybetmeden ötmeye devam ediyor. Ben de ‘Gel De Görme’ kavline bağlı kalarak yazılarımla ısrarla bozulan ahengi yakalamaya çalışıyorum. Dileğim hiç kimsenin iyi niyetimden, dilimize hizmet etme dışında bir emele sahip olmadığımdan şüphe etmemesi. Görüldüğü üzere, ‘dost acı söyler’ sözüne güvenerek dostlarım hakkında da yazıyorum. Kolay kazanılamayan dostlukları kaybetmek niye isteyeyim? Gazetemizdeki ilk yazımda belirttiğim üzere, birilerinin ‘Molla Kasım’ sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğine hep inandım. Edebiyat sahnesinde boy göstermek boyumu aştığından benim payıma da böylesi sevimsiz ‘kılçık ayıklama’ düştü diyerek ve girizgâhı da fazla uzatmayarak okuduğum metinlerden aldığım notlarla çoktan dolan birinci defterden, göz nuru taşıyan yazdıklarımla devam edelim.
***
Aktaracağım notlar bir yıl öncesine gidiyor. Gazete yazılarımın başlangıç tarihlerine… Bir yayınevi yöneticisi olarak takip ettiğim gazetelerin kitap eklerinden alınan notlar ağır basıyor. Gazete gibi zamanla yarışmayan bir tempoda çıkarılan eklerde daha bir özen görmek hakkımızdır diye düşünenlerdenim. Fakat hiç de öyle olmuyor, almış başını giden savrulma eklerde de karşımıza çıkıyor. Örnekler verelim:
Dostum yetkin yazarımız Necmettin Turinay, 13.6.2018 tarihli Yeni Şafak Kitap’ta Selçuk Karakılıç’ın “Sürgün, İntihal ve İntihar” isimli kitabı hakkında yazısını göndermeden dönüp okumamış olsa gerek bazı yazım hataları düzeltilmemiş. Ek koordinatörü de görevini baştan savma yapınca düzeltmek bana düşüyor. “...1920’lerden 10960’lara (1960’lara olmalı) kadar (...) dönem edebiyatçılarını (n) toplu bir resmi geçit...” (bitişik yazılmalı). “...devam etmesi gereken münkit (mümbit olmalı ) bir alan...” Aynı ekte Selçuk Küpçük’ün Selman Benlioğlu’nun “Saray ve Musıki” (Mûsıkî yazılmalı) kitabı üzerine kaleme aldığı “Osmanlı’yı meşkle okumak” başlıklı yazısında bilgi yanlışlığı var. Şöyle yazmış: “...Halil İnalcık’ın alanında ilk eser olan ‘Şair ve Patron’unun anılması...” Tûbâ Işınsu Durmuş’un “Tutsan Elini Ben Fakîrin / Osmanlı Edebiyatında Hamilik Geleneği” isimli araştırması daha erken yayınlanmıştır. Muhtemelen önceliği olan başka eserler de vardır. Yanlış bilgiyi kim görecek ve düzeltecek?
Aynı ekten gören ve düzeltenin olmadığı bir başka ifade Ömer Yalçınova’nın Yahya Arslan’ın “Ağır Yaralı Domatesler” kitabı üzerine yazısında gözümüze çarpıyor: “...yaşanamadığı ve itiraf edilemediği için kötücüllüğe duygular, hınç ve belirsizlik gibi durumlardır.”
14 Haziran tarihli Star Kitap’ta yayın yönetmeni Hale Kaplan Öz’ün “Dünyanın ağırlık merkezi değişiyor” başlıklı yazısında kendisinden beklenmeyen bir ifade yer almış: “...küresel kentler arasında tek Müslüman kent İstanbul.” Kent nasıl Müslüman olur ve meselâ Kahire niye olmaz?
15 Haziran tarihli Hürriyet kitapsanat’ta yazı ustalığı tartışılmayacak Selim İleri’nin “Afişlerin dünyasında” başlıklı yazısında bir kavramı yanlış kullanması anlaşılır gibi değil. Şöyle yazmış: “...yeni bir görüngeden yaklaşacaklar için…” Görüngüden demeliydi.
Aynı ekte Haydar Ergülen “Sami diye bir dünya” başlıklı yazısında kendisini koyduğu konumu düşündürtecek bir ifadeden kaçınmamış. Şöyle diyor: “Evvel giden İlhami Çiçek’ten 23 yıldır tutsak (hapis demesi beklenirdi) İlhan Sami Çomak’a, işkence sonunda yitirdiğimiz Arkadaş Z. Özger’e...”
Eray Ak, Turhan Günay’ın yayın yönetmeni olduğu Cumhuriyet Kitap’ın editörlerindendi. Nitelikli bir editördü de. Fakat tel kopunca bozulan akort misali, o da yazdıklarına zaman zaman yeterince dikkat ve özen göstermeyenler kervanına katılmaktan kendini alamıyordu. 19 Temmuz tarihli Cumhuriyet Kitap’tan: Kâmuran Şipal’in kitabı hakkında “Bir eski zaman masalı” başlıklı yazısında şunları söylüyor: “...söylemek istediklerini asla geçmişle sınırlarını tutmuyor.” Böylesi bozuk ve dikkatsiz ifadelere iki örnek daha: “...yaşamının bir parçasını izlediğimi (z) roman kahramanı…” “...yıldızların gmkte (gökte olsa gerek) birer ikişer çıkışını...”
Söz konusu ekte yeni kitapların kısaca tanıtıldığı “Vitrindekiler” başlığı altında yazılanlardan: “Hendrik Groen’in huzurevinde sessizce bölümü (ölümü olmalı) beklemektense…” “... uygarlığı (n) yozlaşmasına ilişkin…”
Çocuk edebiyatı konusunda hem kitaplarıyla hem de yazılarıyla önde gelen isimlerden olan Mavisel (uğraşına uygun düşen bir isim) Yener’in Ahmet Özer’in “Çocuklar Varken” kitabı üzerine yazısında güzel bir tespitte bulunuyor aynı ekte. Paylaşmaktan kaçınamadım: “İstediğiniz kadar öykü yazarlık atölyeleri açın, bunu gelir kapısı yapın, ‘bir haftada ya da bir yılda yazar yetiştiriyoruz’ deyin; geleceğin iyi okurunu yetiştirmediğiniz sürece sonuç katılımcılar açısından düş kırıklığı olacak. Çünkü öykü okumayan yazamaz.”
Aslında iyi okurdan yoksun olduğumuzdan üzerinde durduğum dil ve ifade bozuklukları metinlerimizi kuşatmış durumda. Alıcısı olmayan mal satılır mı?