Ekranla oynama akranla oyna
Güzel başlık değil mi? Öyle. Kulağa hoş gelen bu sloganın sahibi Konya Büyükşehir Belediyesi. Zemini ise özellikle dijital bağımlılık üzerinden yükselen duyarlıklarla ilgili düzenlenen bir çalıştay.
Herkesin dilinde bir sakız oldu dijital bağımlılık. Hatta bunu söyleyenlerin bir kısmı o sırada elindeki telefona veya önündeki bilgisayar ekranına gömülmüşken söylüyor bunu.
Aileler, bazı birimlerin bazı yetkilileri zaman zaman dijital bağımlılığa ilişkin endişelerini yüksek sesle söylüyorlar. Her yerde ekranlar, her yerde çocuk ve genç kullanıcılar, her yerde zararlı zararsız içerikler var. Ortada bir tehlike varsa, bu tehlikenin boyutları nedir? Dijital bağımlılık kötü bir şeyse, bu kötülükle mücadele etmek ne kadar mümkün?
Büyük bir endüstriye dönüşen dijital oyunların arka kısmındaki ideolojik, ırkçı, inançlara ilişkin arka planlar nedir? Şiddetin, istismarın ve başka suçların kol gezdiği dijital dünyaya karşı bir insan teki ne yapabilir, kendini veya çocuğunu koruma niyeti olsa bile bunu yapabilir mi? Devlet, medya, yerel yönetim, ebeveyn ne yapabilir? Dijital çağda, anne babaların çocuklarının sahibi olduğu iddia edilebilir mi?
Geleneksel oyunlar veya başka faaliyetler dijital alandaki çeşitlilik ve cazibe ile baş edebilir mi? Üç saniyede bir yenilenen ve aşırı bir hız gerektiren dijital varoluş biçimlerine karşı fizik öneriden, alternatiften vazgeçtik; mental bir öneri sunulabiliyor mu? Bu ve benzeri onlarca soru dört ayrı ana başlık altındaki atölyelerde sorular ve cevaplarla açılarak masaya yatırıldı.
Atölye çalışmasının hemen öncesinde psikiyatri hocası yazar Kemal Sayar konuyla ilgili zevkli bir söyleşi yaparak, bütün katılımcıların ve salonu dolduran dinleyicileri değişik perspektiflerden konunun içine çekti. Kemal Sayar konuşmasında özetle yavaşlamayı, biriyle konuşurken onun yüzüne bakmayı, ailenin birbiriyle ekransız daha fazla zaman geçirmeyi önerdi. Dijital bağımlılığın kökenindeki psişik sebeplere de değinen Sayar, özellikle ergenlerin dijital platformlarla ilişkilerinin arka planına ilişkin görüşlerini söyledi.
Oyun bağımlılığı, sosyal medya bağımlılığı, akıllı telefon bağımlılığı, tv internet bağımlılığı başlıklarının tartışıldığı çalıştayın sonuç raporlarını ben de merak ediyorum. Aranızda bu bağımlılıklardan en az biriyle ilişkisi olmayan biri kaldı mı acaba? Ama ölçemiyoruz ki, hayatın yeni habitatı belki de bu dijital dünya.
Hiç yeri gelmemişken sormalı: Mavi Balina oyununa bulaşıp ölen 153 kişinin hesabını kim soracak?
Nerede bu çocuk hakları?
Oyuncak oyunun düşmanıdır
Sylvia Plath’in dediği gibi her şeyi istemeye başlamak, hiçbir şeyi istemediğimizi gösterir aslında bizlere. Önünde bir yığın oyuncak varken yeni bir oyuncak için ağlayan çocuk, gerçekte o yığına yeni bir oyuncak mı eklemek istemektedir yoksa önündekileri istemediğini mi bağırmaktadır büyüklerine? Oynamak için, hayal gücü gerekir, zaman gerekir, istek gerekir, kendine güven gerekir, tüm bunlar varsa geriye kalan her şey birer oyuncağa dönüşür zaten adım adım. Schiller bu sebeple olacaktır ki “İnsan sadece kelimenin tam anlamıyla insan olduğu yerde oyun oynar ve sadece oyun oynadığı yerde tam olarak insandır.” demiştir. Dolayısıyla “Oyuncağın var o halde neden oynamıyorsun?” gibi bir soru ya oyunu anlamamaktan ya da oyuncağı anlamamaktan kaynaklanıyordur. Tekrar vurgulamak gerekirse oyuncak, oyunun sebebi değil, sonucudur. Seri üretimi yapılmayacak şeyler listesi olsa en başa yazılacak şey belki de oyuncaklar olmalıdır; oyuncak oyuna göre şekillenmelidir, üzerinde onunla oynayacak olandan izler taşımalıdır. Çocukların oyunlara ayıracakları zamanlarının, mekanlarının oyuncaklar tarafından giderek daraltıldığını düşünüyorum. Kısacası burada kaçırılan nokta oyuncağın, oyunun yerini almış olmasıdır. Oyuncak aynı zamanda mahallenin, parkların, sokak aralarının da yerini alıyor. Zizekvâri bir cümle ile anlatacak olursak, oyuncaklardan kalan yerde oyun oynayabilir çocuklar. Oysa özellikle son dönemdeki oyuncaklar, çocuklarla oynuyorlar(!) zaten. Formm’un da işaret ettiği gibi geleceğin riski, insanların köle olmasından ziyade robot olmasıdır.
(...)
“Çocukların oyunlarını oyun olarak değil, onların en ciddi eylemleri olarak kabul etmek gerektiğini düşünüyorum.” der Montaigne. Oyun yenmeyi öğrettiği kadar yenilmeyi de öğretir, oyun hem kendisinin, hem en yakın arkadaşının hem de rakibinin hata yapabileceğini öğretir, oyun kuralların ne olduğunu, ne olmadığını, ne zaman ve nasıl esneyip/ katılaştığını da öğretir, oyun sıra beklemeyi öğretir, oyun birilerinin hile yapabileceğini öğretir, kısacası oyun hep devam eder. Oyunun bu derece önemli olmasının nedenlerinden birisi de yaşamımız boyunca oyunun hep aynı şekilde kalacak olmasıdır, sadece oyuncaklarımızın sayısı ve tehlikesi daha da artıyor zamanla. Freud’un iyi yazarları ‘oyun oynayan çocuklara’ benzetiyor olmasını ya da Heidegger’in oyun oynayan çocuklar için söylediği ‘nedenin oyun içinde ortadan kaybolması’ durumunu anmadan geçmemek gerek.Biraz romantizme kaçma pahasına hayatı, oyuncaklarla heba edilmiş bir oyuna benzettiğimi de dile getirmek isterim. Ramazan Sarısakal-Çeto dergisi 12. sayı