Karamsar bir pazar yazısı…
Dünya hiç bir zaman için mükemmel olmamış. İnsanlar önce doğayla sonra da birbirleriyle savaşmış. Tarih boyunca zulüm ve korku altında yaşamış. Ama aklı onu iyi kötü bugüne kadar getirmiş. Ateşi, taşı, demiri derken silikonu bulmuş, sanal dünyayı dahi kurmuş. Hemen her yerde insanlar daha iyi yaşamaya, daha özgür olmaya başlamış. Sorunlarını kurduğu kurumlar, koyduğu kurallar ve inandığı normlarla yönetmeye çalışmış.
Ezen ve ezilen, zengin ve fakir her zaman olmuş. İktisadi krizler, büyük savaşlar, siyasi çalkantılar hep yaşanmış. Doğa da zaman zaman insanlığı zorlamış. Fakat her krizden, her büyük savaştan ve felaketten sonra düzlüğe çıkılmış. İkinci Dünya Savaşı sonrasında da, Soğuk Savaş sonrasında da, dünya ekonomisini derinden etkileyen krizler sonrasında da bir sıçrama, yeni bir bir başlangıç yapma imkanı olmuş.
Ancak benim bildiğim kadarıyla dünya günümüzdeki kadar çok krizle eş zamanlı olarak hiç karşılaşmamış. Büyük devlet rekabeti insanlığı nükleer savaşa, daha doğrusu topyekün yok oluşa bu denli yaklaştırmamış. İklim değişikliği sıcaklık artışlarıyla, yangın ve sel felaketleriyle insanlığın var oluşunu bu denli zorlamamış. Bir yandan bölgesel krizler, diğer yandan radikalleşme ve şiddetin görselleşmesi bizi medeniyetler patlamasına bu denli müsait bir zemine taşımamış.
Çoğumuz farkında olmasa da Ukrayna’daki savaş kullanılan askeri malzeme ve coğrafi sınırlar anlamında sürekli tırmanışta. Çünkü Amerika Rusya’nın başlattığı kendisi açısından anlamsız olan bu savaşı fırsata çevirdi, hem Avrupa’nın geri kalanı üstündeki tahakkümünü pekiştirmenin hem de Rusya’ya yeni bir Afganistan yenilgisi yaşatmanın ve mümkünse dağılmasını sağlamanın aracına dönüştürdü. Giderek daha etkili ve daha ölümcül silahları Ukrayna’ya verdi.
Savaşın nerede ve ne zaman duracağına ilişkin bir alamet yok. Trump’ın seçilmesi halinde Amerika ile Rusya arasında büyük pazarlık yapılabileceği beklentisi de Harris’in parlayan yıldızıyla her geçen gün azalıyor. Seçilmesi ülkesi için şans olan Harris’in bu konuda Biden politikalarını sürdürmesine kesin gözüyle bakılıyor. Rusya’nın kendisine ne yapılırsa yapılsın nükleer eşiği aşmayacağına, aşamayacağına inanılıyor. Caydırıcılığın caydırıcı olacağı varsayılıyor.
Ama varsayımlar gerçek hayatta her zaman karşılık bulamayabiliyor. Taraflardan biri caydırıcılığının çöktüğüne inanırsa dünya için büyük bir felaketin yaşanması, sınırlı dahi olsa nükleer başlıkların kullanıldığı bir çatışmanın bütün kıtayı etkilemesi olasılığı çok güçlü. Unutmayalım ki ortalama bir başlığın milyonlarca insanı öldürme potansiyelinden, tüm bölgenin yaşam koşullarını etkileme gücünden söz ediyoruz ve böylesi bir çatışmada tek bir başlığın kullanılmayacağını da biliyoruz.
İklim değişikliği deseniz bir başka alem. Sıcaklık artışının durdurulması gerektiğini artık hemen herkes biliyor ama kimse bu konuda samimi çaba harcamıyor. Konunun uzmanları harcanan çabaların da yetersiz olduğunu, endüstri öncesine oranla iki derecelik ortalama sıcaklık artışının tahmin edilenden çok daha kısa süre içinde gerçekleşebileceğini söylüyor. Orman yangınları, seller ve tecrübeyle sabit sıcaklık artışları da zaten bunu teyid ediyor.
Belli ki buzulların erimesine, denizlerin yükselip ada devletlerini yutmasına, kıyı şeritlerindeki yerleşimleri sular altında bırakmasına hazırlıklı olmalıyız. İklim değişikliğinin turizmi, tarımı etkileyeceğini şimdiden hesaba katmalıyız. Daha çok yangın uçağımız, belki de dronumuz olmalı. Ormanda herhangi bir şekilde ateş yakmak cinayete teşebbüs kadar ağır suç olarak görülmeli. İklim değişikliğinin kitlesel göçleri tetikleyeceği, bunun da ciddi sosyal, siyasal ve tabii ki iktisadi sonuçları olacağı unutulmamalı.
Bir başka unutulmaması gereken de Amerika-Çin rekabeti ve Graham Allison’un Tukidides tuzağı kehaneti. Çin’in önlenemez yükselişi Amerika’yı giderek daha fazla tedbir almaya, Pasifik bölgesindeki dengeleri değiştirmek için sürekli yeni inisiyatifler geliştirmeye teşvik ediyor. İki ülke iktisadi bağımlılık anlamında da giderek birbirinden uzaklaşıyor. Dünya yeni bir eksen etrafında kutuplaşıyor. Kutuplaşmayla yetinilse mesele yok ancak Harvard hocası Allison’un geçmişteki benzer örneklere bakarak endişelendiği gibi tarafların çatışması da mümkün.
Sadece pasifik bölgesi değil Ortadoğu da patlamaya hazır barut fıçısı misali. Zaten istikrarsız, savaşlardan, darbelerden, müdahalelerden mustarip bölge 7 Ekim Hamas saldırısı ve bu saldırıyı fırsat bilip İsrail’i bir kez daha genişletmek isteyen Netanyahu yönetimi sayesinde daha da istikrarsız hale geldi. Yakında resmen soykırım olarak adlandırılabilecek bir insani trajedi yaşandı. Bir kaç kez İsrail-İran savaşının eşiğinden dönüldü. Savaşa Yemen ve Lübnan müdahil oldu. Ateşkes için harcanan çabalar da şimdiye değin sonuç getirmedi.
Arap dünyasının büyük bir kısmı giderek daha az sahiplendikleri bu sorunun kendilerini yeni bir çatışmaya, ciddi bir krize sürüklememesi için direniyor. Belki de haklı nedenlerle bir şey yapmadan yapıyormuş gibi görünmeye çalışıyorlar. Fakat etkisizleri ve yetersizlikleri sosyal/siyasal çalkantılara zemin hazırlama, şiddetten medet uman insanların bir kez daha örgütlenmesine meşruiyet sağlama olasılığını 11 Eylül öncesine benzer şekilde içinde barındırıyor.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Avrupa da için için kanıyor. Aşırı sağ yükselişini sürdürürken şiddet eğilimleri her yerde tırmanıyor. Bıçakla saldırı vakaları da artıyor. Dahası küresel eşitsizlik ve adaletsiz katlanarak artıyor. Oxfam raporlarına yansıdığı gibi zenginler her geçen gün daha da zenginleşirken fakirler daha da fakirleşiyor. Yapay zekanın da yakında milyonlarca çalışanı işsiz bırakacağı, büyük sosyal-siyasal sarsıntılar doğuracağı tahmin ediliyor. Yeni virüslerse kapımızda bekliyor.
Kısacası dünya pek çok ciddi sorunla eş zamanlı olarak karşı karşıya bulunuyor. Sorunlarını aslında çözecek mekanizmalara, donanıma ve tecrübeye sahibiz. Ama benciliz ve empati yeteneğinden yoksunuz. Kimse diğerinin ne hissettiğini umursamıyor, sorunları çözmek yerine yönetmek, çözümü sadece kendi çıkarına uygun şekliyle görmek istiyor. En iyi niyetlimiz hedonizme sığınıyor. Bu da bizi korkarım büyük bir felakete, birinden kaçsak, diğerinden kaçamayacağımız krizlere doğru sürüklüyor…