Ulvi bir müzikti o dinlediğim…
Müzik dinlemeyi her zaman bireysel bir tercin olarak görmüşümdür. Sadece kendi adıma söylememe gerekirse, müzik dinlemeden, özellikle de caz müziği dinlemeden geçen yılların kayıp yıllar olduğunu düşünmüşümdür hep…
Bugün itibariyle geriye doğru baktığımda, her şeye rağmen müzikle dolu dolu geçen yıllarımın benim için önemli bir teselli kaynağı olduğunu düşünüyorum.
Zaman zaman özellikle caz konusunda yazdığım yazılara farklı eleştiriler alıyorum, ama hiçbir zaman bu özelliğimden vazgeçmeyi düşünmedim ve her zaman inadına caz demekten vazgeçmedim. İşte bugün de hatıralar denizinden bir caz dehasının sayfasını açıyorum.
Yıllar önce, 2000 yılında çağımızın en dikkat çekici bestecilerinden, özellikle modern caz tarihinin en orijinal müzisyenlerinden biri olan Wayne Shorter’i 8. İstanbul Caz Festivalinde canlı olarak dinleme şansına sahip olmuştum. O gün Diane Reeves konserinin ardından sahne almış ve hiç konuşmadan çalmaya başlamıştı Shorter. O güzel yaz akşamında maalesef Shorter’ın müziğini kavramakta zorluk çekenler konserden erken ayrılmayı seçmişlerdi. O gece Shorter ve ekibini dinlerken adeta kendimden geçmiştim, bu dinlediğim ulvi bir müzikti sanki…
Konserin ertesi günü “Speak No Evil” ve “JuJu” albümlerini alarak Shorter hayranlığımı bir üst levela taşımıştım. O gün bugündür özellikle “JuJu”, yıllardır en çok dinlediğim albümlerden biri haline gelmiş bulunuyor.
Sadece besteciliğiyle ya da yorumculuğuyla değil, müziğe bakış açısı ve yarattıklarıyla da gerçek bir deha olduğu aşikar olan Shorter, kariyeri boyunca, cazın gidişatını değiştiren çok önemli anlarda yer almış bir sanatçıdır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin New Jersey eyaletinin Newark kentinde, 1933 yılında dünyaya gelen Wayne Shorter, henüz gençken müzikle ilgilenmeye başladı. Arkadaşlarıyla amatör gruplarda çalan müzisyen, bir yandan kentteki konserleri takip ediyor, konser veren müzisyenleri izlemeye, onlarla tanışmaya çalışıyordu.
Shorter o günlerini şöyle anlatıyor: “15 yaşındayken Lester Young’ı gördüğümü hatırlıyorum, Newark’ta Norman Granz Jazz etkinliğindeydi… Birkaç kişi Adams Tiyatrosu’nun önünde bekliyorduk ve nihayet her zaman giydiği takımı, pardösüsü ve kendine has şapkasıyla karşımızda beliriverdi. Tiyatroya nasıl gireceğimizi planlarken, binanın arkasından dolaşarak yangın merdivenini kullanmaya karar verdik. Zorlu bir yolculuğun ardından salona girdik ve bütün gösteriyi izledik.
Sadece Lester Young yoktu, Stan Kenton ve Dizzie Gillespie’nin toplulukları Peanut Vendor’ı, Charlie Parker ise Laura’yı çalmıştı. Ve o anda anladım ki, ben de müziğe başlamalıydım ve hemen kendime bir klarnet aldım.” (Jazz Dergisi, 2009, 53. Sayı)
Klarnetten tenor saksafona geçen Shorter, aynı sene Newark’ta ilk grubu olan The Jazz Informers’ı kurdu. Repertuarında bebop eserlere yoğunluk veren Jackie Bland Band’de de çaldı ve şehirdeki jazz yarışmalarındaki başarılarıyla adını duyurmaya başladı.
Fırsatlar şehri New York’taki prestijli okul New York Üniversitesi’nde müzik üzerine eğitim alan Shorter, Mezun olduktan sonra da 1956 yılından itibaren tam zamanlı olarak müzik hayatına atıldı. Shorter, 1959 yılında Art Blakey’nin topluluğu Jazz Messengers’a katıldı ve yaklaşık dört yıl boyunca bu toplulukta çaldı.
Daha önce kendisine Davis tarafından teklif edilen, ancak Blakey’nin topluluğunda olduğundan ötürü Davis’e katılamayan Wayne Shorter, 1964 yılında Miles Davis beşlisine katılarak kariyerinde yeni bir aşamaya geçti.
Shorter’ın 1964 yılında Lee Morgan, McCoy Tyner, Reggie Workman ve Elvin Jones ile kaydettiği ilk “Blue Note” albümü olan Night Dreamer’ın hemen ardından gelen “JuJu” ve “Speak No Evil” albümleri, Shorter’ın müzik karakterinin evrimini net bir şekilde yansıtan eserlerdir.
Melodilerin ve tınıların daha da ağırlık kazanmaya başladığı daha rafine bir üslup taşıyan Shorter, bir bakıma dönemin genel çalış biçiminden uzaklaşmıştı. Özellikle Charlie Parker ekolünün bir bakıma devamı olan Coltrane ve takipçileri, müziği daha da kompleks bir hale getirirken, Shorter da bir anlamda Lester Young, Lennie Tristano, hatta Miles Davis’in daha duru olan yolundan ilerlerken, kendi özgün karakterini net bir şekilde oluşturuyordu.
Hemen belirtmek gerekiyor ki “Native Dancer” albümü, Shorter’ın önemli projelerinden biridir. Shorter, Milton Nascimento ve Herbie Hancock’la birlikte kaydettiği bu albümün ardından Milton Nascimento’yla da başka çalışmalar yaptı. 1988 yılında Carlos Santana’yla da turneye çıkan Shorter, Miles Davis’in ölümünün ardından Hancock, Carter, Williams ve Wallace Roney’in katılımıyla Davis’e ithaf ettiği bir tribute albüm kaydetti. 1995 yılında 7 yılın ardından ilk solo kaydını gerçekleştirdi ve “High Life” albümünü çıkardı. Marcus Miller’la birlikte yapımcılığını üstlendiği bu albüm, 1997 yılında En İyi Güncel Jazz Albümü dalında Grammy Ödülü’nü kazandı. Hancock ve Shorter ikilisi, “Aung San Suu Kyi” adındaki eserle Grammy Ödülü’nü kazandı. Özellikle 1990’ların ikinci yarısında, son projeleriyle, adeta bir geri dönüş yaşayan Shorter, farklı ödüller kazanırken, aynı zamanda 1960’lardaki ruhunu yeniden canlandırmış, daha olgun ve yenilenmiş bir müzik kimliği oluşturmuştur.