Osman Kavala, Mercedes Sosa ve hep şiir...
Her sabah yeni bir güne başlarken hayatı şiirin ve müziğin burçlarında karşılamak ruhuma iyi geliyor.
Sıradan bir günün ortasında ya da gecenin en kırılgan anında bazen Miles Davis’in bir şarkısına eşlik ederken, bazen de bir ilahiyi söylerken bulurum kendimi.
Müziğin eşsiz ırmağından ruhuma akan o tanrısal sesi duyarım hep... Ve bir melodinin adeta kulakları sağır eden zirvesinde bir isyan fırtınası başlar, dünyanın bütün zalimliklerine karşı...
Şarkı biter, kalbinizi fetheden aşk fırtınası dünyayı önüne katarak alıp götürür ve umutlar yeniden kanatlanır. Bu bazen bir halk ezgisinin melodisidir, bazen Dede Efendi’nin bir bestesindeki uhrevi derinlik, bazen de Mercedes Sosa’nın muhteşem “Gracias a la Vida” (teşekkürler hayat) şarkısı...
Mercedes Sosa’nın bu şarkısını anarken, geçen hafta Osman Kavala’dan aldığım bir mektubu paylaşmak istiyorum.
Bilindiği gibi Kavala yaklaşık 30 aydır tutuklu bulunuyor. Gezi Davası’ndan Şubat ayında beraat etti, ancak dışarıya çıkması istenmediği için bir gerekçe bulundu ve halen cezaevinde...
Osman Kavala’nın geçtiğimiz günlerde yazdığım Mercedes Sosa yazısı vesilesiyle kaleme aldığı mektup şöyle:
“Sayın Ocaktan, Karar gazetesindeki köşenizde hukuk ve demokrasi meseleleriyle ilgili yazdıklarını ilgiyle okuyorum. Ne zamandır takdirlerimi iletmek için size yazmak istiyordum.
Ancak bu mektubu kaleme almamın nedeni Gracias a la Vida yazınız oldu. Dün gece alt katta bulunan odamın penceresinden ilk defa dolunayı yakalama imkanım oldu, bu vesileyle belleğimde iz bırakmış dolunaylı geceleri düşündüm.
Bu sabah yazınızı okuyunca Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda dolunayın Mercedes Sosa’nın arkasında nasıl yükseldiği gözlerimin önüne geldi. Sosa’nın o gece Gracias a la Vida’nın içlerimize işlemesi için doğa üstü güçleriyle o manzarayı yaratmış olduğu inancına kapılmıştık!
Söylediğiniz gibi, acılara, adaletsizliklere, her şeye rağmen, teşekkürler hayat.
Teşekkürler Mercedes Sosa..
Bunları hatırlattığınız, düşündürttüğünüz için teşekkürler Ocaktan...”
Kavala’nın, hatıralar denizinden damıtarak kaleme aldığı satırları okumak güzeldi. Şimdi ‘Gracias a la Vida’yı dinlerken, karantina günlerinde yazdığım kendi şiirimi okuyorum.
Bugüne kadar bu köşede kendi şiirimi hiç yayınlamamıştım, herhalde bu ilk olacak.
Çok güzel öleceğim
Mehmet Ocaktan
Daha güzel rüyalar görürüm diye
gözlerimi iki satır arasındaki
uykulara gizleyip
sessizce bu dünyadan çekip gidersem
sakın bana kızmayın
çünkü ölümle hayat arasını
hiç boş bırakmaya gelmiyor
ve hayatın hikayesi
ölüm meleğinin kalemiyle anlam kazanıyor.
Şimdi gökte benim için
biri sarı, biri mavi iki ay var
tıpkı birbirine paralel hayatlar gibi
ve sadece mavi olanı
işaretli yerlerinden açılıp
bazı evlere doğru selamını gönderiyor.
Ne sarıda ne de mavide gözüm var
beni meftun eden
renkli gökyüzündeki meleklerin hatırasıdır.
Bütün dualar dilimin ucunda
ay yeniden doğunca mutlaka hatırlayacağım
ışığını gönderirse kalbine döküleceğim
ya da muhtemelen çok güzel öleceğim.
Fakirleri öldürmeyen acıları bir ipe dizip
dünyanın hata ekranına kaydettiğimde
yaşamak bazen kalbe açılan
ince uçlu yollar kadar yakın olur
bazen de 21. Yüzyılın bir üst versiyonuyla
güncellenen zalimler kadar uzak.
Henüz Kiramen Katibin meleklerine söylemedim ama
en azından Araf’ta ekstra puanlarım olsun diye
Trump’ı, Sisi’yi, Esad’ı el çabukluğu ile elden çıkarabilirim.
Şansım varsa
kapılarda, pencerelerde
hiç pazartesi sendromu yaşamadan
iki lafın arasından
başımı alıp giderim
dimdik ağaçlar gibi,
belki o gün kurumuş olur acının kökleri.
İşte tam şuraya koyuyorum elimi
kederlerin bağışlanmadığı
Nisanın uğramadığı
acıları sızdıran kalbinin kıyılarına.