Demek ki Haçlı kuşatması altında değilmişiz
Türkiye’de son dönemde siyasette, ekonomide, dış politikada yaşananları akıl ve mantıkla izah etmekte insan zorluk çekiyor. Yaşadıklarımızı bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçirdiğimizde sanki bir korku filmi izliyormuşuz hissine kapılmamak mümkün değil.
Maalesef Türkiye epey bir süredir hukuk devleti nosyonunu kaybettiği için derin bir yönetim krizi yaşıyor. Bu yüzden de hukuk işlemiyor, özgürlükler askıda, mafya-çete-siyaset eksenindeki karanlık ilişkiler artık gizlenemez bir hal almış ve ekonomik çöküntünün altında kalan insanlar çaresizlik içinde ayakta kalma mücadelesi veriyor.
Çok doğal olarak böyle bir ortamda iktidar içerideki yönetilemezlik krizini de, dış politikadaki başarısızlıkları da “yerli-milli” ve “beka” üzerinden ürettiği hamaset söylemleriyle örtmeye çalışıyor.
Ancak meydanlarda üfürülen hamaset söylemleri ülkedeki çöküntüyü örtmede ne yazık ki yeterli olmuyor. Eğer bir ülke hukukun üstünlüğünü kaybetmişse yabancı yatırım gelmez, üretim arttırılamaz ve doğal olarak insanların refah düzeyi yükseltilemez.
Artık hikayenin sonuna geldik… Bir taraftan “Nazi bunlar Nazi…” diyerek Avrupa’ya ayar verdik, bir taraftan da Amerika’yı işaret ederek “Emperyalist güçler Türkiye’nin büyümesini durdurmak için içerideki hainlerle ittifak halinde” benzeri söylemlerle adeta hamasetin dibini bulduk.
Ve şimdi hikayenin sonunu görünce Amerika’yı ve Avrupa’yı yeniden keşfe koyulduk. Brüksel’deki NATO zirvesi vesilesiyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başta Biden olmak üzere Batılı liderlerle yaptığı ikili görüşmeler sonrasındaki değerlendirmeleri Türkiye’nin sanki yeni bir arayış içinde olduğunu gösterir nitelikte. Aslında bu görüşmeler ve değerlendirmeler, NATO üyesi olan bir ülke için son derece doğal. İttifak ailesi içinde olan bütün ülkelerin doğal davranışı da böyle olur zaten…
Doğal olmayan; Türkiye’nin içinde yer aldığı dünyayı bir “Haçlı zihniyeti…” olarak değerlendirmesiydi. Galiba Türkiye artık Batı’yı, bizi yok etmek üzere bir araya gelmiş bir ittifak olarak görmekten vazgeçiyor…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşmeler sonrası yaptığı değerlendirmeler bize bunu söylüyor.
Biden’la görüşmeyi ‘son derece yararlı, samimi’ olarak niteleyen Erdoğan: “Her alanda karşılıklı saygı ve çıkara dayalı verimli bir iş birliği döneminin başlaması anlamında güçlü bir iradenin olduğunu görüyoruz. Türkiye, ABD ilişkilerinde çözülemeyecek hiçbir mesele olmadığını, tam tersine iş birliği alanlarımızın sorun başlıklarından daha geniş ve zengin bir görünüm sergilediğini düşünüyoruz.”
Bu görüşme de teyit etti ki Türkiye ABD ile ilişkilerin güçlendirilmesi konusunda kararlı. Hatta öyle ki NATO zirvesine giderken Biden’ın 24 Nisan’da 1915’i “Ermeni soykırımı” olarak tanımlamasını gündeme getireceğini söyleyen Erdoğan ikili görüşmede “Hamdolsun hiç gündeme gelmedi” diyerek bu kararlılığı net olarak ortaya koymuş oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Makron’la yaptığı görüşme konusunda da şunları söyledi: “Suriye Libya konusunda müşterek bir çalışmayı yapabilir miyiz diye üzerinde durdu. Biz yapabiliriz dedik. Bu konuyla ilgili de görüşmelerimize devam edeceğiz.”
Her ne kadar PYD-PKK, S-400’ler ve F-35’ler konusunda somut adımlar atılamamış olsa da, öyle anlaşılıyor ki Amerika ve Avrupa ile ortak adımlar atma konusunda kararlı bir irade ortaya çıkmış bulunuyor.
Demek ki Haçlı kuşatması altında değilmişiz…
Demek ki ekonomik krizin, kimlere kaça satıldığı hala açıklanamayan 128 milyar doların, yolsuzlukların, kayırmacılığın, çete-mafya-siyaset ekseninden yayılan kötü kokuların sorumlusu dış güçler değilmiş…
Demek ki karşılıklı çıkarları esas almak kaydıyla bütün ülkelerle ekonomik ve siyasi anlamda rasyonel ilişkiler sürdürülebilirmiş…
Kim ne derse desin, tuhaf bir ülke burası. Düne kadar “emperyalist güçlere karşı kurtuluş mücadelesi veriyoruz” diye yeri göğü inleten iktidara yakın gazeteci, akademisyen ve bilumum zevatın bir anda Amerikancı bir görüntü sergilemesini ve adeta “sevgi pıtırcığı”na dönüşmesini nasıl anlamak gerekiyor doğrusu bilemiyorum. Herhalde bir bildikleri vardır…