‘Bizim mahalle’ milliyetçiliğini nasıl okumalı?

Çok yoğun bir seçim kampanyasından çıktık ve bu ülkede yaşayan tek tek bireyler olarak, siyasetin adeta zihinlerimizi istila eden kirli dilinden dolayı hem zihinsel hem de büyük bir gönül yorgunluğu yaşadık. Hemen her gün seçimlerin bir an önce bitip sükunete kavuşmayı bekledik. Evet seçim bitti ama öyle anlaşılıyor ki yorgunluk devam edecek, çünkü cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı ve bu kez de 28 Mayıs’ı bekleyeceğiz.

14 Mayıs seçimine baktığımızda bu yarışın kazananları ve kaybedenleri olduğunu görüyoruz. Özet olarak söylemek gerekirse, ülkede bunca yaşanan ekonomik krize, hukuksuzluklara, yolsuzluk algısına, devlet katındaki liyakatsizliklere rağmen AK Parti iktidarı seçimi başarıyla tamamlamıştır.

Aslında AK Parti’nin bugün geldiği yer, oransal olarak değerlendirildiğinde bu başarının izaha muhtaç olduğu da bir gerçek. Hemen hatırlamakta yarar var, AK Parti’nin 2015’teki 1 Kasım seçimlerinde bugün olduğu gibi ittifak ortakları olmadan aldığı oy oranı yüzde 49.5’tir. Bugün ise yüzde 35 bandına gerilemiş bulunuyor. Yani oransal olarak 2002’deki başladığı noktaya geri dönmüş durumda, o günden bugüne 2 milyon oy kaybetmiş…

Ama bugün önümüzde duran gerçek şu ki AK Parti bunca başarısızlığa rağmen, parlamentoda çoğunluğu sağlamış, cumhurbaşkanlığı seçimini ise yüzde 49’la ikinci tura taşımıştır. Nereden bakarsak bakalım bu önemli bir başarıdır.

Peki bu nasıl oldu?

Bu sorunun pek çok cevabı var elbette ama en önemli faktör galiba Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan… Bir kere şu tespiti yapalım. Açıkçası ben bir ülkede yapılan siyasetin, o ülkedeki toplumun sosyolojisinin siyasi aktörler tarafından nasıl okunduğu ile yakından ilgili olduğu kanaatindeyim.

İşte tam da bu yüzden bir lider, siyaset yaptığı toplumun farklı katmanlarındaki farklı dini kanaatleri, ideolojik ve kimliksel davranışları, bölgesel ve ulusal ölçekteki milliyetçi refleksleri iyi bilmesi gerekiyor. Sadece bilmesi yeterli değil, aynı zamanda bu sosyolojik haritaya göre bir siyaset dili de geliştirmek zorunda.

Kabul edelim ki Türkiye kelimenin tam anlamıyla ‘milliyetçi’ toplum yapısına sahip bir ülke. Kuşkusuz bu milliyetçilik, sadece ‘vatan-millet’ kavramıyla sınırlı değil elbette.

Kabul etmesi zor olsa da bu ülkede dindar-muhafazakar kesimlerin İslamcı milliyetçiliği var, cemaat ve tarikatların milliyetçiliği var, etnik kesimlerin kendi mahallelerine has milliyetçiliği var, sol mahallenin ideolojik milliyetçiliği var.

İşte bütün bu yapıların kendi mahallelerini koruma refleksleri, doğal olarak oy davranışlarını etkileyen bir özellik arz ediyor.

Biliyoruz ki milliyetçilik, esas itibariyle insanın doğasında bulunan yakınlarını koruma, kendi mahallesini tahkim etme, onları ayrıcalıklı görme refleksinden doğmuş bir kavram.

Dolayısıyla siyaset de ister istemez bu sosyolojik zeminde ilerlemek zorunda. Normal bir zihinsel çabayla değerlendirildiğinde, aslında dindar-muhafazakar kesimlerin, cemaatlerin, etnik toplum yapılarının, ulusalcı ya da kendilerini ideolojik sol olarak tanımlayanların hiçbirinin yaşanan yolsuzlukları, hukuksuzlukları, liyakatsizlikleri asla kabul etmedikleri görülecektir.

Ama bir gerçek de var ki tek tek bütün kesimlerde olması gerektiği varsayılan temel ahlaki ilkeler, ne yazık ki yaşanan ahlaki çürümeye ve yozlaşmaya karşı ciddi bir karşı duruş refleksi oluşturmamaktadır.

Mesela dindar-muhafazakar kesimler esas itibariyle yolsuzluklardan, hukuksuzluklardan rahatsızdırlar ama kendi mahalle milliyetçiliklerini koruma endişesiyle “Evet bu iktidarın yaptıklarını onaylamıyorum ama yine de bizim iktidarımız…” diyerek değişim adımı atmaya cesaret edememektedir.

Evet bu yaklaşım doğru da değil, hakkaniyetli de değil ama bir vakıa… İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu farklı yapıların reflekslerini çok iyi biliyor ve buna göre bir hikaye yazıyor. Çok yalın ve net bir dille “Biz gidersek PKK gelir, Ayasofya kapanır, memleketin bekası tehlikeye girer” diyerek AK Parti’ye oy vermekte tereddüt yaşayan kitleleri motive ediyor.

İnanıyorum ki pek çok insan bu dili onaylamayacaktır ama ne yapalım ki kendi mahallelerinin ‘milliyetçilik’ yankı odalarının dışına çıkamayan insanlar için bu dil çaresizlik içinde bir çare gibi gözükmektedir.

Diyebilirsiniz ki “Kemal Kılıçdaroğlu da böyle bir dil mi kullansın?” Elbette böyle bir dil kullanamaz, kullanmamalı da… Biliyoruz ki Kılıçdaroğlu bütün kampanya boyunca son derece temiz bir dil kullandı ve değişimci bir çizgi izledi. Galiba ikinci tur sürecinde Kılıçdaroğlu’nun da bu sosyolojik gerçeklikleri dikkate alarak daha net, hatta köşeli bir dil kullanmasında yarar var.

YORUMLAR (126)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
126 Yorum