‘Yeni’ İnsan Hakları Eylem Planı
İnsan Hakları Eylem Planı’ yayınlandı, lâkin iktidar cenahında bile heyecan uyandırmadı.
Toplumu özgürleştirici kılmak için sürekli ‘yenileşme hamleleri’ yapıyor gözükmek gerekliymiş.
Toplum yeni bir şey gördüğünde özgürleşiyormuş. Mesela yeni bir cep telefonu, yeni bir tablet, yeni bir oyun nasıl torunlarımızı sevindiriyor ve her sevinme bir adım daha özgürlüğe onları iteliyorsa(!) işte aynı öyle topluma da yeni bir oyuncak verdiğinizde acayip özgürleşiyormuş.
“Hükümdar, yakın yahut uzak diye birilerini kendine ne yaklaştırır ne de uzak tutar. Ona yakışan, herkese meziyeti ve kıymetine göre bakmaktır. Çünkü insana kendi bedeninden daha yakın bir şey olmadığı gibi ona eziyet veren onu hasta eden şey de vücudundan, olabilir. Bu hastalığı ancak dışarıdan gelen bir ilaçla yenebilir.”
Hükümdar arslan Dimne’den pek etkilenir ve onu danışmanı yapar. Dimne de yakınlaştığı hükümdarının korkularına yakından şahitlik eder. Mesela Hükümdar, Şetrebe’nin –Şetrebe bir öküzdür- sesinden ürkmektedir. Danışmanlar hükümdarlarının korkularını kullanarak onları yönetmeyi kendilerine mahsus strateji olarak hayata geçirmeyi çok iyi bilirler.
- Bakıyorum da zât-ı âlileri hep aynı yerde oturuyor, yerinden ayrılmıyor... Sebebi ne ola? Tam bu konuşma esnasında Şetrebe müthiş bir ses tonuyla böğürür ve arslanı korkutur. Lâkin arslan endişesini Dimne’ye belli etmemeye gayret eder... Oysa Dimne o sayhanın, arslanın yüreğinde ne denli ürküntü uyandırdığını fark eder ve sorar:
- Bu sesi işitmek âlî cenaplarını endişeye sevketmiş midir acaba?
Arslan:
- Bundan başka hiç bir şey beni korkutmadı! der.
Dimne:
- Hükümdar, bir sesten ürkerek yerinden kalkmamalıdır. Bilginler “Her sesten ürkmek gerekmez” derler.
Arslan:
- Bunun örneği nedir?
Dimne:
- Anlattıklarına göre tilki bir ormana girmiş. Orada bir ağaca asılı bir davul varmış ve rüzgâr dalları salladıkça davul ötermiş. Davulun korkunç gümbürtüsünden dehşete kapılan tilki yaklaşmış ve iri davulu görünce; “bu, epey yağlı ve etlidir” diyerek dokunuvermiş. Derken davulun gönünü yarınca bakmış ki içi tamtakır! O zaman demiş ki: “Galiba en kof şey, sesi en çok çıkan ve gövdesi en iri olandır.” Bu örneği şunun için anlatıyorum; bizi korkutan sese ulaştığımızda onu sandığımızdan daha basit bulacağız.”
Boşuna doğu hükümdarlarının hemen hepsine ilköğretim ders aracı olmamıştır Kelile ve Dimne…
Aslı Hind’e dayanan Arap masalı handiyse Ortadoğu, Uzakdoğu, Yakındoğu; hemen bütün doğunun siyaset bilimlerine kaynaklık eder.
Davulun sesi, uzaktan korkutur hükümdarları. Bazı sesler vardır davul gibi koftiden, bazı sesler vardır arslan gibi hükmeden; fakat bazı sesler de vardır ki, Şetrebe’ninki gibi arslanı bile titreten…
Son zamanlarda sesini yükselten siyasiler gördüğüm zaman Kelile ve Dimne okumadıklarına hükmederim. Biz de doğu toplumuyuz ve çakallarla arslanların cirit attığı bir iklimde yaşamaya gayret ediyoruz. Hükümdarların danışmanları Kelile ve Dimne’den çok yararlanmalıdırlar. Sonuçta aynı işi yapıyorlar.
Kelile ve Dimne’de bir de danışman karganın anlattıkları var:
“Eskilerden gelen bir söz var: “Kendini beğenen kişi, sürekli övülmek için çaba göstermesin; yalancı adam başına fazla arkadaş toplamasın; terbiyesiz kişi şeref iddia etmesin; cimriliği huy edinmiş hayırsız adam cömertlik taslamasın; arzularına köle olmuş adam günahsızmış gibi göstermesin kendini; olayların gidişatını doğru tahlil etmeyen ve salak danışmanlarla siyâset yürütmeye kalkan mağrur kral da saltanatının baki kalacağını sanmasın, halkının refah ve huzura kavuşacağı kuruntusuyla sevinmesin!”
Hükümdar aldı sözü:
- Ey dürüst ve kaliteli vezir! Baykuşların ve başlarındaki kralın savaş ve benzeri, önemli hâdiselerde takip ettikleri siyâset tarzı neydi?
Karga:
- Nasıl olacak? Gurur, kibir, şımarıklık... Üstelik âcizdiler pek çok yönden. Daha bir sürü kötü vasfı var ya neyse.. Adamları ve danışmanları da ona benziyor! Baykuş müstesna! O, ileri görüşlü, kurnaz, zekî, tedbirli, filozof biriydi. İşlerini yerli yerinde yapmak, yüksek akıllı olmak ve isabetli fikir serdetmek gibi hususlarda onun gibisi hakîkaten azdır. Hükümdar merakla sordu:
- Akıllı olduğunu gösteren neydi?
- Nâzik ve yumuşak konuşurdu. O, baykuşlar kralına bazı hatâlarını söyler ama bunu gözüne soka soka açıklamazdı. Çeşitli örnekler ve hikâyelerle konuyu îzah eder, başkasının kusurunu dile getirerek kıssadan hisse çıkarılmasını sağlardı. Hükümdar hatâsını anlar ama vezire kızmazdı. Bu vezirin hükümdarına verdiği öğütlerden bazıları aklımdadır. Bir keresinde şöyle demişti: “Hükümdar asla işini savsaklamamalı, siyâsetten bîhaber siyâset yapmaya kalkmamalıdır. Zîrâ idare zor bir sanattır. İnsanlardan pek azı hükümdar olur; ancak tedbir, ileri görüşlülük ve zekâ ile elde tutulur taht! Derler ki: “Hükümdarlık nilüfer yaprağının gölgesi kadar kısa, rüzgâr gibi bir o yana bir bu yana meyilli, alçaklarla dolu bir grupta tek samimî ve akıllı kişi gibi yalnız, yağmur taşıyan damlaların göle değdiği anda beliren hava kabarcıkları gibi sevimli ve fânidir.”
Danışmanların hazırladığı yine, yeniden, ‘tekrar-u bi Ahsen velevkâne yüzseksen’ babından ‘insan hakları eylem planı’nı işte bu duygular içinde gözlerim yaşararak takip ettim. Kendimi tarihin tozlu sayfalarına attım. Biraz Nâbî’nin Hayriyye’sini, biraz Kutadgu Bilig’i, birazcık Mesnevi’yi, azıcık da Koçi Bey Risalesini okudum ve akıbetimizden yine, yeniden, tekraren ürktüm.
Ve şu korku ile içgüdünün ördüğü çağımızın bitmesi için dua ettim.