Makas değiştirme telaşı
Makas değiştirmeyi hafife almayın! Maazallah tren raylarını kaydıran makası yanlış kullanırsanız trendeki insanların hayatını tehlikeye atarsınız.
Aslında başlığı “reform mu, devrim mi, yoksa makas değiştirme telaşı mı?” diye atmam icap ederdi. Çünkü mahalli idarelerdeki ‘Refah’ dönüşümünden başlayarak çevreden merkeze olan zihinsel ve matematiksel tazyik, bazı reformları devrim mahiyetinde algılayan kesimlerin doğmasına sebep oluyordu. Bu kesimler bu değişime olumlu ya da olumsuz bakan kesitlere sahipti.
Sonra nasıl olduysa oldu ‘haşhaşi’ modeli ile 21. asırda ruhlarını ve bedenlerini kaptırdıkları bir ‘hocaefendi’ aşkına bu devlete tarihte görülmemiş bir ihanet gerçekleşti.
Ardından ‘korku ve içgüdü’ faslı başladı; ‘beka sorunu’ algısına saklanarak bütün o reformlardan vareste ‘yerli ve milli’ söylemine sığınılan ve zaman zaman da Sedat’ından Alaattin’inine savrulan bir ittifak, kirli darbenin tortusu olan sosyal psikolojik vasatta Türk siyasasını herhangi bir ‘istikbal’den mahrum etti.
Muhalefetin ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’e dönme isteği, seçmenin yarısından fazlasına hitap etse de, muhalefeti oluşturan partilerin iktidar karşısında edilgen duruşları ve herhangi bir iktidar modeli kuramayan tembellikleri onlara güveni azalttı.
Muhalefet cephesinin edilgenliği ve tembelliği, sıklıkla depreşen suçluluk psikolojileri, ‘fetöcü’ suçlamalarına maruz kalacakları endişesiyle de örtüşünce halkın reform taleplerinin muhatabı yine iktidar olmağa başladı.
Alelusul getirilen başkanlık sistemine doru dürüst bir eleştiri bile getiremeyen muhalefet ‘olur a, kazanırım’ mantığında aday gösterme yarışına girdi. Hayfa ki, “madem böyle bir sisteme karşısın, niçin aday gösterip de o karşı olduğun sistemi meşrulaştırıyorsun?” diye kimse sormadı bizden başka…
Şimdi hem ulusal, hem bölgesel hem de küresel bazı değişimler olacağı biliniyor. ABD’de Trump gitti ve Biden geldi. Türkiye komşularıyla ve geniş alan bölgelerinde; Kafkasya, Ortadoğu ve Mavi Vatan coğrafyasında zaman zaman savaşın eşiğine getiren krizler yaşıyor. Şu son Yunan-Alman karması fırkateynin Türk ticaret gemisine korsanlık yapması bile aslında savaş sebebi… Önümüzdeki yıllarda gerek AB’den gerekse ABD’den bir takım yaptırımlar bekleniyor ve iktidar buna göre hesabını yapıyor olsa gerek; son zamanlarda AB uyum sürecini uykusundan uyandırıp ne kadar Avrupalı olduğumuzun arayışlarına dönüverdi. Bir takım uyanık gazeteciler ile siyasetçiler de Biden sonrası küresel yapıya uyum için telaşa düştüler.
Muhtemeldir ki, Bülent Arınç, yoldaşı Erdoğan için yeni bir reform stratejisinin ilk kilit taşlarını kaldırımına döşemeye hazırlanıyordu ki, çok sert bir tepki ile karşılaştı.
Geçenlerde sevgili İbrahim Kahveci ekonomik çöküş için reform değil bir devrime ihtiyaç olduğunu ihsas ettirdi.
Tam da bu noktada ‘normalleşme’ politikalarının gündeme gelmesi ve her alanda bir ‘iyi’leştirmeğe gidilmesi kaçınılmazdı.
İç politikada normalleşme, dış politikada normalleşme, ekonomide normalleşme… Anlaşılan Covid 19’un önlemeyen yükselişi normalleşme politikalarını geri plana itmiş gözüküyor.
Muhalefetin, Türkiye’nin önüne bir iktidar modeli koyması için birkaç fırsatı kötü değerlendirmesi Türkiye’nin yönetişiminde yine umutları Cumhurbaşkanı Erdoğan ile olan formüllerin bir kez daha pişirilmesine sebep oldu. Zannımca reform taleplerinin karşılık bulmasının ve parlamenter sistemin yeniden işletilmesinin yeni söylemi bizatihi Erdoğan tarafından ortaya konacak gibi gözüküyor. Bu açıdan İyi Parti üzerinde spekülasyonlar yapılıyor, operasyonlar gerçekleşiyor. İyi Parti zaten iktidar olma taleplerini hep halının altına süpüren eski MHP’den bu yüzden kopmadı mı? Ancak, İyi Parti ile CHP’nin birlikte ‘Türkiye’nin normalleşmesinin önündeki engelleri kaldırarak yepyeni bir iktidar süreci’ başlatmaları handiyse artık gündemden tamamen kalkmış gibi.
Eğer Erdoğan, içte ve dışta yeni siyasal düzene karşı duvara karşı akmayacaksa şüphesiz kurmayları tarafından uyarılmış olarak yeni bir yumuşak dile ve eylem planına başvuracaktır. Nitekim bu yönde zaman zaman açıklamaları da olmadı değil. Ancak güven duygusunun yeniden canlandırılmasının artık zor olduğu kanaatiyle belki ‘etraf’, ‘yerli ve milli’de ısrarcı olmayı telkin edebilir.
Fakat şurası bir gerçek ki, gerçekten Türkiye’nin asırlardan beridir yön tayini Batı mihverlidir ve tercihler sadece bunun nasıl olacağı noktasında ayrışabilirler.
Bugünden yarına zor olsa da asıl gündemimiz- vizyon ve misyonumuz: iktidarı ve muhalefetiyle haylice yorgun yüzlere –kirlenmiş demeye dilim varmadı- yeni yeni, renk renk maskeler takmaktan ziyade Türkiye’nin normalleşme rotasının ‘düşünsel ve matematiksel kurgusunu; felsefesini, stratejisini ve eylem planını’ birlikte oluşturmaktan geçiyor.
MHP’den koparsa başına ne geleceklerini bilen ve salt iktidarda biraz daha kalabilmenin telaşına kapılanların bu gündeme iştirakleri biraz zor gözüküyor. MHP’nin, İyi Parti’nin, BBP’nin ve hatta bir kısmı CHP’den ümitli olan milliyetçi – muhafazakâr kesitlerin dayandığı geniş kültürel ve siyasal taban öz birliğini tesis etse belki böylesi bir gündemin tayin edici faktörü olurlar. Bu aysberg, AKparti ve ondan kopanlarla birlikte gereken reformları gerçekleştirebilir. Lâkin kendi aralarındaki ‘hain yetiştirme alışkanlığı’ yüzünden bu büyük potansiyelin şu an için hiç kıymet-i harbiyesi yok.
Geriye ne kalıyor ben de bilmiyorum.
Ama hepimiz araştırmalıyız.
Yeise düşmeden…
Başka çare yok!