Gideceğimiz bir yer var mı?
Çetin Altan, Osmanlı ordusu fethe çıktığında konakladığı yerlerin, bıraktıkları dört bukleli dışkılarından anlaşıldığını yazmıştı.
Domuz eti yemedikleri, eti de ender bulup yedikleri ve daha çok hamur işi ile beslendikleri için ona göre Türklerin kafası da pek çalışmazmış.
Aydın Doğan Grubunun –hadi canım kim ki o- Demirören grubunun gazetesindeki bir yazısında bu duruma bilimsel izah da getirmedi değil:
“Dayımla annemin babası, hâlâ (Üstat inceltme kullanmadığı için hala ile karışmasın diye inceltme işaretlerini ben koydum) mekanında oturduğumuz dedem Tatar Hasan Paşa, üsteğmenliğinde staja gönderilmişti Almanya’ya ve on yılı aşkın bir süre orada unutulduğu için, Alman ordusunda önce yüzbaşılığa, sonra da binbaşılığa terfi etmişti.
Ancak Alman komutanlar uyarmışlardı kendisini, “daha öteye gidemezsin” diye. Dedem de o zamanki Genelkurmay’a, bir mektup yazıp Almanya’da unutulduğunu bildirmişti. Ve derhal geri alınıp, o sıralarda İsmet Paşa’nın da öğrencisi olduğu Topçu Okulu’na müdür yapılmıştı...
I. Dünya Savaşı patlayınca da, Çanakkale ordularına komuta edecek olan Liman Von Sanders İstanbul’a geldiğinde, dedem kendisine yaver atanmıştı.
Liman Von Sanders, Selimiye Kışlası’nın helalarını denetlerken dedem de yanındaydı. Alman Feldmareşali bir kubura doğru eğilmiş ve:
- Hiç böylesini görmedim, demişti; kol kalınlığında ve dört lüle...
Sonra dedeme dönmüş:
- Hemen Alman Genelkurmayı’na bir şifre çekin, iki bok uzmanı gelsin, demişti.
Gelen bok uzmanları, yaptıkları incelemelerden sonra, şu sonuca varmışlardı:
“Türkler, yılda 25 yavru yaptığı için çok ucuz olan domuz etini yemediklerinden ve yılda tek yavru yapan koyunla, inek eti de çok pahalı olduğundan yüz gramlık biftekten alabilecekleri kaloriyi, iki okkalık somundan alabiliyorlar. O yüzden hazım için midelerinde yoğunlaşan kan, yeterince gidemiyor beyinlerine ve dışkıları çok kalın, göbekleri de büyük oluyor.”
Dayım, dedemin kendisine gösterdiği o gizli raporları anlatmıştı bana.”
Çetin Altan’ın müridi boldur bizim basında hâlâ..
Onlar şimdi özellikle yandaş medyada üslupları ile gariban İslamcı yazarlardan bir tık önde duruyorlar ve erk sahiplerine çektikleri yıkama yağlama sayesinde yaşam standartlarını birlikte yükseltmeye devam ediyorlar
Sabah’tan Akşam’a kadar kafayı çeken bu müridandan hiçbirinin Marmara Denizindeki salyalar hakkında kalem oynattıklarına şahit olmadık.
Onlar ecdada hakarette sınır tanımazlar, sindirim sistemleri ile dalga geçerler ama bugün yenenler hakkında kalem oynatamaz, en ufak bir eleştireye bile kapı aralamazlar.
Marmara’nın kustukları onları hiç ilgilendirmez.
Çeyrek asırdır Marmara etrafına çökenler muhtemelen onlara göre ataları gibi et bulamayıp hamur işi yediklerinden olsa gerek, salyanın muhtevasında insan sağlığına mugayir bir şeye rastlanması mümkün değil.
Salya üzerine yapılan araştırmalar zaten bu yönde bulguları şimdiden onların önüne koymuş. Bittabii bayram yapmışlar.
Ama görüntü yine de hoş olmadığı için seferberlik başlatıp kovalarla kıyı temizliğine başlamışlar.
Pek sevindirici habermiş. Salyanın yüzde sekseni sudan ibaretmiş, geri kalanı da zaten ekmek kalıntısı
Asırlardır bol bol ekmek yiyen halkın, denizindeki salyalar da olsa olsa ıslanmış ekmeğe benzeyecektir.
Onlara göre her sorunu maşallah çözen bir iktidara sahibiz ve önünde sonunda salya sorunu da çözülecektir.
Çözülmezse ne olur?
Çetin Altan’ın Osmanlı’ya yakıştırdığı gibi, pislettikleri yeri vatan olmaktan çıkarıp yeni topraklara akın ederler.
Göç hadisesinin bu kadar gündemi işgal etmesi de başka göçleri makul göstermek için olsa gerek.
Marmara’nın elden çıkması, iç Anadolu’nun Çankırı ve Konya havzalarının çölleşmesi, megakent haline gelen şehirlerde giderek yaşanmaz bir yapılaşmanın bu yeni sınıfı boğması, onları belki yeni ülkeler fethetmeye itebilir.
Ok ve yaylarımızı da alarak dövizlerimizi de çantalarımıza koyarak, hesaplarımızı da yabancı bankalara aktararak yaşanacak daha doğrusu tuvalet yerine kullanabileceğimiz yeni ülkeleri fethe çıkabiliriz.
Salya sümük ağlasın varsın Marmara ardımızdan.
Aral ağladı da ne oldu?
Tiyanşan Dağları peşimiz sıra baksa ne yazar?
Toroslar ağlar mı ki biz bu yurdu terk edince?
Kuruyan Kızılırmak, suyu çekilen Konya Ovası?
Daha GAP tamamlanmadan aşırı su kullanımından tuzlanan ve çölleşen Harran…
Nankör Ege, suyu ve toprağı zehir olmuş Trakya, Ergene, Sakarya, gâvur İzmir…
Selanik’e sövdüğümüz gibi söveriz yeni yurt tuttuklarımızla, dönüp eski topraklara.
Her Mafyöz gibi...