Eskiye özlem
Nur Vergin’le çok anımız var, eskiye dâir…
Sayın Cumhurbaşkanı eskiye özlem duyanların bir takım tertipler peşinde olduğunu vurguladı.
Bu tertip peşindekiler kimlerdir ve neyin nesidirler bilmem; ama eski fetöcülerin el’an yaptıkları yayınlardan anladığımız kadarıyla damat, oğul ve bilcümle zatımuhteremlerin hemen tamamına yakını paralel örgütle sayısız teşrik-i mesai içinde olmuşlar da bizim haberimiz yokmuş.
Parsel parsel cemaate verilmiş devlet adına ne varsa… Kadrolar, arsalar, ve daha neler neler…
Elbette o kadar yakın bir geçmişi ben de özlemiyorum.
Yani yargının, meclisin, ticaretin, belediyelerin, ordunun, polisin, eğitim kadrosunun velhasıl devleti sonradan tanıyan ne kadar biçare kul varsa -ister cemaat, ister siyasi parti- kendileri dışındakileri ötekileştirerek parsel parsel kurum murum keşfettikleri her şeye konmuşlar.
Devletin çivisi çıkmıştı böylece…
Öylesi yakın bir geçmişi kastetmiyor zaten Sayın Erdoğan.
Ama bendeniz hiçbir örgüt, parti ve cemaatle münasebetim olmadığı için kendi hesabıma konuşabilirim ki; o eski günleri, o eski(miş) değerleri özlüyorum. “Solmaz, pörsümez yeni”yi…
O artık geçersiz olan kavramları… Samimiyet, mes’uliyet, fedakârlık, vefakârlık, merhamet, sadakat, hürmet, iz’an, müsamaha, fazilet, liyakat, ehliyet, hikmet, irfan, kanaatkârlık, tevazu ve aşk…
Bedevi çadıra girip: “Hanginiz Muhammed? Bir sorum olacaktı…” dediğinde, o mübarek Peygamber ile diğerlerinin aynı meclisi statü farkına varılmaksızın paylaşmasını özlüyorum.
Mütevazı o eski siyasi liderleri özlüyorum. Babamız yaşında olmalarına rağmen yapılan eleştirileri gocunmaksızın dinleyebilen o eski liderleri özlüyorum. Türkeş Bey’e seksen sonrasında çıkardığımız Yeni Düşünce gazetemizin bürosunda artık Dokuz Işık’tan değil de şu dört ilkeden bahsedin. Gündem bu olmalı: “İnsan Hakları, Hukukun Üstünlüğü, Meşruiyet, Demokrasi” dediğimizde bin sayfaya yakın kitabına laf söyleyen genci azarlama yerine dinleyip ertesi gün manevi lider olarak MÇP’nin yeni açılan binasının balkonundan yaptığı konuşmada (o sırada genel başkan Sayın Abdülkerim Doğru idi) “Size dört ilkeyi açıklıyorum: İnsan Hakları, Hukukun Üstünlüğü, Meşruiyet, Demokrasi!” nutkunu unutamam. Eskiyi unutmak kabil değil yani Sevgili Erdoğan…
Sizin Belediye Başkanı iken şiir kasetinizin gelirini hapisteki aydınlara bağışlamanızı unutabilir miyiz? Payına düşen 2000 TL’yi (bir tek burayı unuttum dolar mıydı, TL miydi) Kalecik Cezaevinde yatan Fikret Başkaya’ya D Mehmet Doğan ile birlikte götürdüğümüz günü ve Başkaya’nın gözlerinin dolduğu ânı unutmak kabil mi?
Nevzat Ceylan’ın Doğal Hayat’la ilgili vakfının su meselesi etrafında Dedeman’da verdirdiği konferanstaki sunumumdan sonra Sayın Demirel’in çıkıp hiç gocunmadan yaptığım eleştirilere olgunlukla verdiği cevabı da unutamam.
Oysa bir hidrolik profesörü kadar o konuda donanımlı bir siyasetçiydi ve her kademede görev yapmıştı. Misafirlerine kendi elleriyle tuttuğu tepsiden çay ikram eden, uçakta hiçbir koruma görevlisi taşımayan, yerli otomobile binen o eski başbakan Ecevit’i sonra…
Merhum Erbakan ile daha çok anı sizde vardır mesela… Velhasıl, İlla her ‘yeni’ şey, iyi bir şey değildir.
İstanbul’un beton yığınlarıyla doldurulması, Ankara’nın onunla yarışması hep yeni ve pis işler.
Tarihe, tarihî dokuya zarar veren, şehre tepeden bakan, onun kimliğini inkâr eden bu betonlaşmalar sadece bir semtte uygulansa Manhattan özentisi der geçeriz. Fakat şehrin handiyse tamamına yakınını gasp eden ve göğe adeta posta koyan, beri yanda da su havzalarını, mer’aları talan eden, yok eden zihniyet istediği kadar yeni olsun, nazarımda Tebbet Süresi’nin muhatabıdırlar.
Eskiye özlem tam da burada ne kadar da adalet, hak ve hukuk arayışlarının tam karşılığı geliyor; biliyor musunuz? O da şu: Osmanlı Kanunnamelerinde su havzalarına veya mer’alara yapı diken, şenlendiren kim olursa olsun şu hüküm geçer: “Hiç kimse su havzalarına ev yapamaz… Mer’a kadimden beri mer’adır, hususiyeti değiştirilemez.” Padişah kadı kararıyla iktifa etmemiş, bir de lanet etmiştir: “Onun ahretteki evi de târumâr edile!” Hayvanının otladığı alanı bile insanın istismarına açmayan bir ‘eski’ zihniyettir bu!
Ne kadar eski bir zihniyet? Ta Cengiz Han’dan beri… Ma’lûm Osmanlı hukuk sistemi dört temel kaynağa bakar: Kur’an, Sünnet, Kıyas-ı Fukaha, İcmâ-yı ümmet… Onlarda yoksa gelenek, görenek, eski kanunlar…
İşte mer’a hukuku da Osmanlı’da Cengiz Yasalarından alınmadır. Çünkü atı otlayacak ki, ordu-millet hareket halinde felsefesini yaşasın. Yiyeceği eti, içeceği sütü sağlayan hayvanları otlayacak ki, bereket olsun.
Eskiye özlem duyarız elbette. Çünkü Halife ve Sultan olduğu halde II. Abdulhamid Han, hilafet müessesesinin tek kişinin uhdesinde olmasından şikâyetçi idi ve bir meclis öngörmüştü. Şura ve istişare ne güzeldir. Parlamenter sistem bakımından dünyadaki birçok ülkeden çok daha köklü geçmişi olan ülkemize ve tarihine haksızlık etmeyelim.
Ne güzel konuştunuz Nur Vergin Hanımefendinin cenazesinde. O’nun korkularını tanımış olmalısınız. Korkularını ve ümitlerini elbette…
O halde siz de ümitvar olunuz. Korkmayınız. Kolaylaştırınız, müjdeleyiniz.
***
Not: Hiç kimse gepegenç çocuklarımızı hoşlanmadıkları insanlar üzerine sürme salahiyetine sahip değildir. Özdağ’a ve Uğuroğlu’na yapılan saldırıları tekraren kınıyorum ama kınamak yetmez; siyaset artık şiddetten, kula kulluktan arınmalıdır.