Doğu ve Batı
Müjdenin külliyeden ibaret olması sadece muhalefetin acı tebessümüne yol açmadı, iktidara destek veren milyonları da hayâl sükûtuna gark etti. ‘Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde ‘Büyük düşün!’meye alıştırılmış çevrelerin kala kala elinde Denktaş’a karşı işledikleri günahın vicdan muhasebesi kaldı.
Kösem Sultanın Yüzüğü adlı romanımı yazarken bütün Osmanlı tarihlerini, arşivlerini taramakla kalmadım, Bizans dönemi ile ilgili ne kadar yayın varsa tek tek inceledim. Kiklat adalarının Rum kızı Anastasya, Mahpeyker Kösem Sultan adını almış ve sonrasında o güzel padişah Birinci Ahmed’e eş olmuştu. Hikâye uzun ve çetrefilli… Çöküşün başlangıcını gözlemleyen Haseki, Genç Osman’ı çok severdi. Genç Osman’ın katledilişi Bizans Kralı Andronikos’un linç edilişine ve Konstantinopolis’in sokaklarında dolaştırılmasına benzemektedir.
Bizans oyunları ve saray entrikaları zamanda yolculuk yapabiliyor yani…
Genç Osman, Osmanlı padişahları içinde en devrimci padişah; öyle ki, kendisinden çok sonra II.Mahmud’un yaptığı devrimleri aslında bu gencecik padişah düşünmedi değil. Etek yerine Oğuz Kağan atası gibi giyinmeyi tercih ederdi. Yeniçeri Ocağı’nı II. Mahmud’dan çok evvel o, ortadan kaldırmayı düşünmüştü. Hatta karşıya geçebilseydi Suriye’ye gidip o devirde tamamen Oğuz-Türkmen kaynayan bu iklimden hakikî Türkleri getirecek, onlardan müteşekkil bir ordu kuracaktı.
Andronikos da Latin işgaliyle bozulan Bizans’ı düzeltmek için Doğu’ya yaslanmaya, Türklerden destek aramaya yeltenmişti.
Feci sonla öldüler. ‘Yedikule Zindanları’na hapsedildi iki hükümdar da…
Sonrası malum.
Diyeceğim o ki; Suriye, Oğuz neslinin coğrafyası. ‘Türkmeneli’nin üç parçasından en mühimmi.
Şimdi Suriye’den ve Afganistan’dan göç alıyoruz. İki Türk coğrafyasından. O halde bu vehim ve tereddüt niçin?
Bir zamanlar stratejist geçinen ABD eğilimli bazı generaller: “ABD’nin Afganistan gibi lüzumsuz bir coğrafyada ne işi olabilir, elbette ki insanlık için…” filan diyorlardı. Afganistan, Asya’nın en stratejik merkezi oysa. İki süper güç elbette oraya yerleşmek için can atıyordu; çok kan döktüler, yine de beceremediler. Çin ise gelecek asırda ne yapacağının -yüzeysel düşünen strateji uzmanlarının kavrayamayacağı biçimde- bugün bile bazı sinyallerini veriyor.
2004’te yazılan ‘2024 Armada Üçlüsü’ bu büyük göçü anlatıyordu.
Deprem oluyor, Türkiye yönetimi altından kalkamıyor, İstanbul yeni ve uluslar arası bir yönetime veriliyor, Ankara’da küçük bir Türkmen devleti kuruluyor; beş asır evvel Nostrodamus’un söylediği kehaneti tehdit algısı olarak alıp yepyeni bir güvenlik stratejisi geliştiren ‘OrtaBatı’, Türkiye’yi ‘uluslar arası göçmen kampı’ haline getiriyor. Bu arada Fetö adındaki örgüt yani paralel yapı, devleti içinden çıkılmaz bir başıbozukluğa sokuyor. Türkler yönetimde bulunamıyorlar…
Bazıları çıktığı için bu kötümser analizden ürküyorum artık.
Nostrodamus’un “Doğudan ve güneyden beş milyon kara adam Avrupa’yı istila edecek!” kehaneti üzerine bir ‘tehdit algısı’ oluşturan Batı’nın, güvenlik stratejisini ‘immigration’ sorununa dayaması; hatta terörü, göçmen sorununun arkasından işlemesi mânidar değil mi?
O yüzden ikide bir Merkel, bütün bir ‘Orta Batı’ adına Türkiye yönetimini takdir ediyor.
Biz ise bu stratejiyi güçlendirmek adına ‘Ensar ve Muhacirin’ kavramlarını uluorta kullanıyor, hatta Mustafa Şen kadar ileri gidip ecdadın kemiklerini sızlatacak şekilde Suriyeliler adına konuşuyor ve onlara, “Türklerin Orta Asya’ya defolup gitmeleri gerektiğini, buranın artık kendilerinin olduğunu…” söyletebiliyoruz.