“Bundan sonrasına bakalım”
Ermeni meselesi ne zaman gündeme gelse, entelijansiya babından bazı kalem erbabı, hangi tarafı temsil kabiliyeti yüksek ya da konjonktüre göre avantajlı ise onun delillerini kuvvetlendirecek argümanları sıraya sokuyor. Ne kadar Ermeni’ye kıyılmış, mallarına nasıl el konmuş, olup bitenin acı gün ya da soykırım sayılması için neler neler tarihten bakarmış.
Açılım sürecini hatırlayın şimdilerde iktidarın borazanlığını yapan kimi kalemşorlar, ne kadar Ermeni canlısı idiler. Köşelerinde ve ekranlarda bayrak, vatan, millet gibi kavramların ne kadar çağdışı olduğunu haykırmıyorlar mıydı? Bu türden kiralık kalemler, bir takım elçiliklerde ödüllere boğulurlarken Armudan’ın öte yanına ait olduklarını izhar edip küresel tezgâhlara teşne oluverirlerdi.
Aslında 1915 vakaları ile ilgili bütün veriler ortada. Türkiye, kaçınılmaz bir şekilde sürüklendiği Birinci Dünya Savaşının şartlarında onlarca cephede savaş verirken kendi vatandaşı Ermenilerin bir kısmı o sırada bile hükümette en yetkili makamlarda bulunuyorlardı. Fakat cephede savaş sürerken Türkiye içerden hançerlendi.
Yeni Tehdit Algısı, gerçekten bir soykırıma yol açan ve beş milyon vatandaşının katline, bir o kadarının vatanlarını terk ederek İstanbul’a göçünü sebebiyet veren 1911-1912 Balkan Bozgununa benzemiyordu. Bu seferki ihanet, yani Birinci Dünya Savaşı sürerken Anadolu’yu kasıp kavuran isyanlar, İstanbul hükümetini ster istemez Ermeni vatandaşlarını iskân politikası uygulayarak hem kendilerinin hem de devletin selameti için güvenli bölgelere taşıma kararına itti. Tehcir sırasında istenmeyen hadiseler elbette yaşandı. Ve bu süreçte yargı mekanizması işledi ve asayişi bozanlar, Ermenilere karşı kital ve gasp suçu işleyenler yargılanıp kimileri idama bile çarptırıldılar.
Cumhurbaşkanı Sayın R Tayyip Erdoğan’ın da konuşmasında vurguladığı gibi, bu iş siyasî malzeme yapılmamalı, tarihçilere bırakılmalıdır.
Türkiye arşivlerini açmış ve mazisinden emin olarak meseleyi tarihçilerin teşkil edeceği bilimsel komisyonlara havale etmeye çoktan hazır olduğunu beyan etmiştir.
ABD Başkanları bugüne kadar yani eski Türkiye döneminde Ermeni lobilerinin tesiriyle hemen her yıl aba altından sopa gösterirler, sonra Türkiye’nin önemini idrak ederler ve acı gün lakırdılarıyla meseleyi geçiştirirlerdi. ‘Ne şiş yansın ne kebap’ faslından Ermeni seçmenlerini tatmin ederler, Türkiye’yi de stratejik müttefiklik söylemleri arasında hizaya getirirlerdi. Fakat hiçbir dönemde yani en zayıf koalisyon hükümetleri zamanında bile ‘soykırım’ kelimesini karara sokamadılar.
Şimdi tarihin tozlu sayfaları arasında yeni bir belge bulunmamışken, Türklerin soykırım yaptıklarına dair yeni bir kanıt ortada yokken ABD Başkanı neden Soykırımın bu sefer altını kalın kalemlerle çizdi?
Oysa ABD’nin birçok düşünce kulübünde: “Türkiye’nin güneyinde yanlış strateji izlendiğinin, PYD ile PKK ayrımı gibi sahte bir ayrımın müttefiklerinin aklıyla alay etmek manasına geldiğinin ve bu politikadan vazgeçilmesi gerektiğinin” de altı çiziliyordu bu süreçte.
Amerika, bilgi toplumudur. 1915 yılının 24 Nisan’ında olup bitenin sadece, İstanbul’da teröre bulaşmış Ermeni çetecilerin tutuklanması olduğunu yani bir soykırımın yaşanmadığını bilmeyecek olması mümkün değildir. Tehcir sırasında hastalıktan, açlıktan ve karşılıklı çatışmalardan ölenlerin olduğu ama bunun soykırım olarak addedilemeyeceği malumlarıdır.
Pekâlâ bu yıl neden soykırımda karar kılındı?
Görünen veçhesiyle Türkiye’nin gerek S400 konusundaki tavrı, gerek Akdeniz’deki geç kalsa da hak talebindeki ısrarı, gerekse PYD-PKK karşıtlığı yutturmacasına verdiği tepki stratejik müttefikimizin devlet çarkında yeni dönem uyum politikası için bir ‘burun sürtülmesi’ taktiğini gündeme getirmiş.
Mr Biden, bizi gerçekten rahatsız etmesi gereken ‘SOYKIRIM’ kararını açıklarken Türkiye’nin nedense fazla üzülmeyeceğini de biliyor gibiydi. ‘Bundan sonrasına bakalım’ mesajı, müttefikimizin bizden gidecek cevabı önceden bildiği anlamına geliyor. Nitekim Sayın Erdoğan’ın, her Türk vatandaşının yapacağı türden savunma refleksini gösterir bilgileri boca ettikten sonra ‘bundan sonrasına bakalım’ın faziletine işaret etmesi boşuna değildi. Kısacası ‘zımnî bir anlaşma’ söz konusu.
Amerikan devlet aklında; Türkiye’yi stratejik müttefik olarak niteleme konusunda bir değişiklik olmadığına göre, Türkiye aleyhine karar tasarılarının ABD Temsilciler Meclisinden de, Senatosundan da geçebilmesi niye bu kadar kolaylaşmıştır?
Bunda Türkiye ili ilgili üç beş başlıkla özetlenebilecek sorunlar yanında Dağlık Karabağ zaferinin de önemli bir payının olduğu muhakkak. Bölgesel müttefikin boyundan büyük işlere yeltenmesinden küresel güç şüphesiz rahatsızdır. Bölgesel müttefikin çıkarları ile küresel gücün çıkarının örtüştürülmesi ve yeni bir ‘kazan kazan’ felsefesi(!) anlaşılan gündemdedir.
Acaba Biden’ın başlangıçta Türkiye’nin muhalefeti üzerine yalandan bir yeşil ışık yakması, Türkiye’deki Amerikan karşıtlığının sosyal psikolojisine uygun bir önalış mıdır? Her ne olursa olsun iktidarda kalmayı marifet sayan ve bunda da başarı gösteren bir liderliği tercih noktasında küresel gücün yeni müttefik yaptırımı, ‘Soykırım’ı işaret ederek ondan yeni tavizler koparma biçiminde gerçekleşecektir.
Ekonomisini koalisyon dönemlerinin bile gerisine düşürmeyi başarmış bir Türkiye, Soykırım kararına karşı Cumhurbaşkanının üç gün sonraki konuşmasının dışında nasıl bir tepki verebilirdi ki? Muhalefetin eleştirilerine bakınca onların da verecekleri tepkinin üç aşağı beş yukarı aynı minvalde olacağını anlıyorsunuz. O halde “bugünkü tavuk yarınki kazdan yeğdir” diyecek olan ABD, stratejik müttefikinin tepkisini ölçtükten sonra bir yeniden değerlendirme yapacak, bardağın boş ve dolu taraflarını gözden geçirip yoluna devam edecektir. Beraber yürünecek daha çok yolları var gibi görünüyor…