Su Kasidesi Oratoryosu'nu hatırlayan var mı?
Bugün sizlere 2019 senesinde bestelenen fakat seçim atmosferinde üzerinde durulmayan; seçimden sonra İBB el değiştirince sessiz sedâsız ortadan kaybolan bir oratoryoyu, Mevlid Kandili vesîlesiyle hatırlatmak istiyorum. Su Kasîdesi Oratoryosu.
2019 senesinde İBB Kültür Dâire Başkanlığı, Çanakkale Deniz Zaferi'nin 104. yıldönümünü, özel bir konserle kutladı. “Çanakkale Kahramanları Destansı Oratoryosu”, 18 Mart'ta İBB Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda ücretsiz olarak İstanbullularla buluştu.
İBB’nin oratoryo aşkı, bununla bitmedi. Ertesi günü, “Su Kasîdesi Oratoryosu”, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda (CRR) İstanbullularla buluştu. Evet, en güzel Na’t-ı Şerîf, oratoryo olarak bestelenmişti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi CRR Genel Sanat Yönetmeni Aslan Özdemir, basına yaptığı açıklamada, oratoryo üzerinde bir yılı aşkın süredir çalışıldığını söyledi. Oratoryonun, Avrupa'da dînî metinlerin okunduğu bir yöntem olduğunu anlatan Özdemir, İslâm dünyâsına olduğu kadar Batı dünyâsına da hitab edecek bir program hazırladıklarının altını çizerek şöyle dedi:
"Batı entelektüeli, yüzyıllar boyunca Doğu'nun edebiyatını, şiirini, folklorünü ve müziğini merak etmiştir. Biz de Doğu'ya âit en mühim şaheser sayılan Su Kasîdesi'ni Batı tekniğinde hazırladık."
O zaman mezkûr şahsı tebrîk ederek, Kemalistlerin bile bu kadarına cesâret edemediklerini yazdım. Kemalistler, en fazla Yunus Emre Oratoryosu’na cesâret etmişler; bestekâr Adnan Saygun, oratoryoyu dinleyen Abdülbaki Gölpınarlı’nın şu sert eleştirisinden kurtulamamıştı:
"Netekim Yunus yalnız mistik olsaydı, ölüm korkusundan, Tanrı aşkından, boyun eğme, niyaz ve tevekkülden ibâret olsaydı çoktan ölecek, sayın Adnan Saygun'dan kurtulmuş olacaktı. Fakat Yunus, hiç de böyle değil! Onda değirmeniyle, unuyla, deresiyle, dağlarıyla, belleriyle, hasretiyle, acısıyla, zulmeden beyleriyle, zulüm gören halkıyla yurt var, Anadolu var…Onun için yazıyoruz . Ve bilmeyenler beğenebilirler, hattâ yabancı illerde ilgi uyandırabilir, müzik bakımından güzelliği bulunabilir, fakat bu oratoryo bizim sesimiz değildir ve bu oratoryonun Yunus'u bizim Yunusumuz, gerçek Yunus değildir."
Su Kasîdesi Oratoryosu da bizim sesimiz değildi. Fuzûlî’si, bizim Fuzûlîmiz değildi. Oratoryoyu dinlemeye gidenlere mikrofon uzatıldığında “müthiş” diyen bir seyircinin kasîdeden “gazel” diye bahsetmesi, her şeyi anlatmaya yetiyordu. Orkestradakilerin önündeki sayfalarda, bu bile yoktu. Sâdece, ”Su Oratoryosu” yazıyordu. Muhâfazakâr bir köşe yazarı, devâmı gelecek güzel işleri dinlemeye hazır olduğunu söylerken, “İstanbul İstanbul olalı böyle zulüm görmedi.” der gibiydi. Solistlerden biri, bu kasîdenin su için yazıldığını zannediyordu.
Netîce olarak Su Kasîdesi Oratoryosu, bizim değildi. Su Kasîdesi Oratoryosu’nu dinlerken salavat getirmek imkânsızdı. Zâten dinleyiciler de sanatçılar da Peygamberimizden bahsetmediler.
Yalçın Çetinkaya, 100. yıl sebebiyle Çanakkale Oratoryosu bestelendiğinde Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde şöyle karşı çıkmıştı:
“Emperyalistlere karşı kazandığımız Çanakkale zaferinin yüzüncü yılında, bu aziz hâtıramıza âit kendi duygularımızı, yenilgiye uğrattığımız emperyalistlerin dilini kullanarak; Çanakkale Senfonisi, Çanakkale Oratoryosu gibi başlıklarla ve emperyalistlerin müzik dilini kullanarak anlatmak ne üzücü! O savaşı yaşamış bir gâzinin samîmi şiiri veya nağmesi, bir ozanın yanık, samîmi türküsü bize yetmiyor anlaşılan. Çanakkale gibi, kendi yazdığımız destanları, ülkemizi işgal ve bizi yok etmeye çalışan emperyalistlerin diliyle anlatmak, çağdaşlığımızın göstergesi ve aslında ne acı ve ne komik bir durum!
Ama bizde basiretsiz, duygusuz, bilgisiz karar vericiler ve kompleksli, yüzlerine batıya dönmüş ezik (ve aslında kifâyetsiz) besteciler oldukça, Çanakkale gibi, kazandığımız zaferlere âit duygularımızı kendi güçlü müzik dilimizle değil, sömürgecilerin müzik diliyle anlatmaya devam ederiz.”
Peygamber Efendimizi, sömürgecilerin müzik diliyle anlatmak, Çetinkaya’nın dediği gibi, acı ve komiktir! İstanbul’un elden çıkmasına kafa yoranlar, bu meselelere hiç girmiyorlar. “Efendimizi, ecdâdımızı, şehidlerimizi incittik mi acaba?“ diye soran yok!
Yazının başında oratoryonun ortadan kaybolduğundan bahsetmiştim. Sebebi nedir bilmiyorum. Belki de yeni İBB yöneticileri, çağdışı bir çalışma olduğuna karar verdiler. Sebep her ne olursa olsun, hayra vesîle olduğuna inanıyorum. İki taraf da bu zulümden kurtuldu.
Mevlid Kandilinizi tebrik ediyorum.