Şen olasın Halep şehri
Bir zamanlar havasıyla, suyuyla, mîmârîsiyle şâirlere ilham veren, maalesef 2011’de başlayan iç savaşta harap olan Haleb, dün Suriyeli muhâliflerin eline geçti.
Şeyhülislâm Yahyâ’nın, “Giderken şarka teşrîf eyledün şâhum Haleb şehrin” dediği Haleb, âdeta dört yol ağzına kurulmuş han gibidir. Anadolu’dan Mezopotamya’ya ve Akdeniz’den İran’a giden ana yolların kavşak noktasında olduğundan hem kervanların hem orduların uğrak yeri oldu. Târih boyunca bir yandan ticâretle zenginleşirken diğer yandan orduların tahribâtına ve yağmalarına mârûz kaldı.
Müslümanların eline geçtikten sonra (637) Eyyûbîler zamânında o güne kadarki en huzurlu döneminini geçiren Haleb, Memlûkler döneminde, Moğol yıkımı, vebâ salgını, açlık, kıtlık, deprem gibi felâketler yaşadı. Buna rağmen Cenevizliler ve Venediklilerin ticârî faaliyetleri sâyesinde kalkındı. 1516’da Osmanlı hâkimiyetine girince özellikle XVI, XVII ve XVIII. asırlarda, en parlak dönemini yaşadı. Doğunun belli başlı ithâlat ve ihrâcat merkezi oldu. Osmanlı Devleti, pek çok ticârî mekân, câmi, medrese, çarşı, okul, dârüşşifâ, kışla, köprü, hamam, kütüphâne yaparak Haleb’i şenlendirdi.
Arapça’da “sağılmış süt” mânâsına gelen bu güzel şehri, birçok târihçi “doğunun kraliçesi” diye över. Şâir Safâyî’ye göre, “Arap şehirlerinin gelini”dir.
Evliyâ Çelebi, Fırat ve Âsi nehirleri arasındaki geniş ova üzerinde kurulan Haleb’i şöyle târif ediyor:
“Bu hakîr, kırk bir yıldır, on sekiz pâdişâhlık yere kadem basdım. Bu Haleb’in âb u hevâsının letâfetin bu lâciverd kubbe altında görmedim.”
Evliyâ Çelebi, sâdece Sultânî Çarşı’da 5700 dükkân olduğunu kaydeder. Haleb çarşılarında can suyundan başka her şey vardı. Dükkânlar, kayşânî denilen beyazımsı taştan yapılmıştı. Haleb’de, irili ufaklı 176 tekke ve dergâh, şehrin dışında bâzı namazgâhlar ile birçok türbe ve makam da bulunmaktaydı. Başta Hünkâr Bahçesi olmak üzere 7000 kadar bağ, bahçe, bostan ve gülistan vardı. Sâcûr Nehri’nin suladığı bu bağ ve bahçelerde, mersin yemişi, dilber yanağı şeftâlisi, elma ve Şam fıstığı gibi çeşitli meyveler yetişirdi.
Bulınur tâze tâze mîveleri
Nitekim dilberinde şiveleri (Vücûdî)
Mu’îdî, Haleb’de yaz-kış bu meyvelerin bulunduğunu, bahçelerinin ise kış nedir bilmediğine dikkat çeker:
Mîvesi yaz eger kış eksilmez
Gülşeni yâd-ı dey nedür bilmez
Halebli Edîb, bahçelerin cennet bahçelerini bile gıpta ettirecek güzellikte olduğunu anlatır.
Dünyânın her tarafından gelen malların satıldığı Haleb’in cam işçiliği ve kumaşları çok meşhûrdu. Kaynaklarda, “çözgüsü ipek, atkısı yün” olan Halep kumaşının 43 çeşidinden bahsedilir. Taklit ve hırsızlığın önüne geçmek maksadıyla kumaşların üzerine, cinsini ve fiyatını gösteren çeşitli damgalar vurulmaktaydı. İstanbul’da Haleb damgası taşımayan kumaşlara rağbet edilmezdi. Bu yüzden klasik şiirin ustaları, şiirlerini, özgün ve değerli oluşları yönünden bâzen Halep kumaşına benzetirlerdi.
Yumuşak bir iklime sâhip olan Haleb’in havası, pek latif ve hoş; toprağı verimliydi. Tezkîresinde, Haleb’den, “letâfet-i âb u hevâ ile meşhûr” diye bahseden Safâyî, Arab ve Acem şehirlerinin onu kıskandığını söyler. Hayâtının 22 yılını Haleb’de geçiren şâir Nâbî’ye göre Haleb’in çekiciliği, sâdece havası ve suyunda değildir. Âsâyiş için de en iyi şehirdir. “Ma’mûre-i ‘âlî-şân” yâni, şan ve şerefi en yüksek olan şehirdir. Havası suyu sebebiyle geldiği bu şehirde huzurludur:
Lîk andan geçicek şehr-i Haleb
Yokdur âsâyişe andan enseb
Hak budur âb-rûy-i büldândur
Hayli ma’mûre-i’âlî-şândur
Cezbe-i âb u havâ oldu sebeb
Oldu ârâm-gehim şehr-i Haleb
Türk edebiyatında Halep şehri için yazılmış tek şehrengîz, şâir Seyrî’nin Haleb Şehrengîzi’dir. 16. asırda yaşayan Seyrî, mesnevi tarzında yazdığı 127 beyitlik şehrengîzinde, Haleb şehrinin sâhip olduğu coğrâfî ve mîmârî özellikler üzerinde durmamış; şehirde yaşayan 46 güzeli anlatmıştır. Güzelden maksat, şehrin sevilen çalışkan insanlarıdır. Seyrî, birçok şehir gezmesine rağmen bu şehirde gördüğü güzeller gibi güzel görmediğini söyler. Her birini ayrı ayrı anlatsa deftere sığmayacaktır:
Yazarsam bunlarun her birini ger
Tahammül eylemez evrâ? u defter
Âşık Garib, asırlar önce Haleb’den ayrılırken şöyle diyordu:
İşte geldim gidiyorum
Şen olasın Haleb şehri
Çok ekmeğin tuzun yedim
Helâl eyle Haleb şehri
Haleb, şen değil artık. Evliyâ Çelebi’nin anlattığı bahçeler vîrân oldu. Nâbî’nin şan ve şerefi yüksek şehrinde, âsâyiş ne durumda bilmiyoruz. Elimiz kolumuz bağlı, olanları seyrediyoruz. Ne diyelim, hakkını helâl et, Haleb şehri! İnşallah yine şen olasın!
Kaynaklar: Klasik Türk Şâirinin Dilinden Haleb, Ahmet KARTAL
Seyrî ve Haleb Şehrengîzi, Yunus KAPLAN