Titanik’te batan insanlık ve Osmanlı

CUMARTESİ YAZILARI

1912’de Atlas Okyanusuna gömülen Titanik döneminin en büyük yolcu gemisiydi. O günkü dünyanın en yüksek teknolojisiyle inşa edildiği için “batmaz” denilen geminin ilk seferinde batması sonucu 1.514 kişi hayatını kaybetti. Hem facianın şok edici büyüklüğü hem de yolcular çoğunlukla tanınmış kişiler oldukları için Titanik kazası o gün bugündür hafızalardan uzaklaşmadı. Romanlar yazıldı, filmler çekildi, medyada her vesileyle geminin neden ve nasıl battığına ilişkin spekülasyonlar yapılmaya devam etti.

Üzerindeki ilgi halesi hiç eksilmeyen “lanetli gemi” hakkında geçenlerde sosyal medyada bir paylaşıma denk geldim. Titanik battığı zaman yolcular arasında bulunan Amerika’nın en büyük zenginlerinden ikisinin kurtarma sandalındaki yerlerini kadınlara ve çocuklara verdiklerine dair eski malum hikaye aktarılıyordu…

Gerçek olması zor bir hikaye bu. Ama beşer muhayyilesi masallar uydurmaya yatkındır. Bu masallar bir ihtiyaç doğrultusunda, başka insanlara bir mesaj vermek, bir fikri veya inancı duyurmak amacıyla uydurulur.

“Titanik’teki milyarderler” hikayesi de bir ihtiyacın ürünü olmalı. Mesela başkaları için gerekirse canını bile feda ederek kahramanlık gösterebilen kişilerin var olduğunu düşünmek istediği için bir insan evladı bu hikayeyi uydurmuş olmalı. (İnsanlık ölmedi, insanlıktan ümidinizi kesmeyin mesajı…)

Aynı zamanda zenginler/güçlüler arasında da iyi ahlaklı kişiler olabileceği inancını veya ümidini dile getirmek istemiş herhalde. (İnsanlar zengin-yoksul şeklinde değil iyi-kötü şeklinde kategorize edilmeli mesajı…)

Ne de olsa hikayelerin, masalların, filmlerin çoğunda kötüler genellikle servet ve güç sahipleri olurlar. İyiler yoksul ve güçsüz insanlardır hep. Gelgelelim varlıklı insanların hepsi Turgut Özatay değil. Hulusi Kentmen de çıkabiliyor bunların arasından. Dolayısıyla hikayenin mesajında problem yok.

Gerçi Titanik battığında üçüncü sınıfta seyahat eden yolcularının filikalara erişimi -bulundukları konum itibarıyla- diğerlerinden daha zor olduğu için buradaki kadın ve çocukların çok daha azı kurtarılabilmişti. Ama bu durumu varlıklı yolculara imtiyaz veya daha az varlıklı olanlara ayrımcılık diye değil, beceriksizlik, hazırlıksızlık, plansızlık şeklinde yorumlamak daha doğru olur.

Gemi yolcuları arasındaki milyarderlerle ilgili anlatılan olayın gerçekten yaşanmış olup olmadığı meselesi ise ayrı bir konu. Tarih kitabında anlatırsanız bu hikayeyi, olmaz tabii ama romanlarda filmlerde tam da böyle olur.

Baş rollerinde Leonardo DiCaprio ile Kate Winslet’in oynadığı Titanik filminde seyrettiklerimizin büyük bölümü de uydurmaydı zaten. Başka türlü film yapılamaz çünkü. Bu uydurmaların bir tercihi yansıttığı da ihmal edilmemesi gereken bir detay.

Diğer yandan, bu tür hikayelerin uydurulma sebepleri kadar insanların bu hikayelere nasıl baktığı veya hangi bakış açısıyla tepki gösterdiği de önemli. Yukarıda bahsettiğim sosyal medya paylaşımı çok fazla “etkileşim” almış. (Böylelikle benim önüme bile düştü.) Ama yalnızca birkaç kişi “Ne mutlu ki her yerde iyi insanlar da var, herkes kötü değil” mealinde olumlu yorum yapmış. Buna mukabil belki de yüzde doksanı öfkeyle tepki göstermiş anlatılan hikayeye.

Bu yüzde doksan içinde çok az bir kesim “zenginlerin iyilik meleği gibi gösterilmesine” kızmışlar. Geri kalanların tamamı ise “Batılıların iyi insan olarak lanse edilmesine” tepki göstermişler. Zira bahsedilen “iyi insanlar” Batılı. Gemideki yolcuların kahir ekserisi zaten Batılı olduğu için buradaki iyilerin de kötülerin de Batılı olması gerektiği ayrıntısı fazlaca dikkate alınmıyor.

Bu yorumlardan -imlalarını bir parça düzelterek- birkaç örnek alıntılayacağım:

Örnek-1: “Batının nesi medeni ve insani? Filistin, Bosna, Arakan, Irak, Suriye ve İslam Coğrafyasında yaptıkları zülüm ve katliamlar ile daha iyi anlaşılıyor. Osmanlı’nın yokluğu belli oluyor.”

Örnek-2: “Yine allayıp pullayıp kalbi temiz insanlara sunuluyor. Gazze’de Amerika’da kaç bin çocuğun hayatına kıydıklarını da hatırlatmak lazımdır.”

Örnek-3: “Geçmişteki kalleşler ve vahşileri hiçbir şey aklamaz. Bugün de fırsat bulanların neler yaptıkları meydanda... Allah’ım soylarını kurutsun inşallah amin...”

Örnek-4: “Bizde bu batıya inanma ve batı hayranlığı olduğu müddetçe, böyle çok hikayeler duyarız. Gazze ve Filistin’de çocuklar öldürülürken, bu insanlar nerede... Merak ediyorum...”

Örnek-5: “Bu batı hayranlığınız insanı kahrediyor. Çoluk çocuk kadın yaşlı demeden 50 bin insanı gözlerini kırpmadan öldürdüler.”

Örnek-6: Afrika’nın kanını emen iliklerini sömüren sanki bu yamyamlar değil. Filistin’den bahsetmiyorum bile. Bizdeki ahmakların batı hayranlığı kahrolsunlar.”

Bizim insanımızın “Batı”ya tepkisi özellikle son birkaç yüzyıl boyunca yaşadıklarımız itibarıyla anlaşılır bir tepki. Yaklaşık iki asırdır bu coğrafyada çekilen acılar Batı dünyasıyla rekabette geri kalmamızın ve Batı emperyalizminin acımasız doğasının sonucu ne de olsa.

Ancak şu da var: Bernard Lewis “Bir toplumda işler ters gitmeye başladığında, Avrupa’da dün, Ortadoğu’da ise bugün akla gelen soru ‘Bunu bize kim yaptı?’ sorusudur” diyor. “Ama Osmanlılar diye ekliyor, tarihlerindeki en büyük badireyle karşılaştıkları zaman farklı bir soru sordular: Biz nerede hata yaptık?”

Oryantalist tarihçinin söz ettiği “Osmanlılar” bozulmanın olduğu gibi düzelmenin de kendi elimizde olduğunu görerek Nizam-ı Cedid’i, Vaka-i Hayriye’yi, Tanzimat’ı, Meşrutiyet’i vs. gerçekleştirerek devletin ömrünü uzatmış olan ecdat. Şimdi ecdat ecdat diye yeri göğü yıkanların zihniyetinden çok farklı bir zihniyet. Bugünkü zihniyetimiz “Avrupa’da dün, Ortadoğu’da ise bugün” hakim olan zihniyet. “Sokaktaki adam” demeyin, masa başındakilerin zihniyeti de ortada.

Bir şey daha var. O belki daha da vahim bir durum. “Batılı bir insanı iyilik meleği gibi gösteremezsiniz, onlar Gazze’deki soykırımı destekliyor” itirazı başkalarına bakışımızdan ziyade kendimize bakışımızı da ele veriyor: Bizde insan teklerini birey olarak görme eğilimi yok. Muhakkak herhangi bir topluluğun parçası ve o topluluğun temsilcisi olmak durumunda herkes. İşlenen bir iyilik veya kötülük o işi yapan kişiyle beraber mensubu olduğu topluluğu da bağlayan bir eylem.

Kabile töresi bu. Farklı kabilelerden iki kişi arasındaki bir mesele mensup oldukları kabileler arasındaki mesele olarak kabul edilir. Duruma göre arada bir anlaşma da sağlanabilir, savaş da çıkabilir.

Bu sütunlarda ikide bir Türk toplumunun modern anlamıyla bir millet olmadığına ilişkin tezimi tekrarlıyorum ya, temel problem işte bu. Millet olamayınca kabile zihniyetiyle bakıyoruz her konuya. Sorunlarımızın çözümsüz kalması bu yüzden.

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum