Gelecek satışı

Bir ülkede uygulanacak ekonomi programlarının odak noktası, daha iyi bir gelecek üzerine şekillenir.

Bugünü kurtarmak, bir siyasi argüman olarak kullanılamaz.

Aksi halde eldeki varlıkların satışı ile bugün çok rahat kurtarılabilir. Ama ya yarın ne olacak? Evlatlarımıza bırakacağımız yarını da düşünmek zorundayız.

***

Özelleştirme programlarına bir bakıma geçmiş birikimlerin satışı olarak bakıldı. Tıpkı, bugün varlık fonu üzerinden gelecek gelirlerin satılması gibi...

Hatta olayı maliye politikası ile de ilişkilendirebiliriz.

Maliye politikasının optimum noktası asla ve asla kamuya daha fazla gelir kazandırmak olamaz. Bir ülkede yüksek gelirlilerden alınan yüksek vergilerle, kamusal hizmetlerin ifa edilmesi öngörülür.

Ama maliye politikasının ekonomik kalkınmaya da katkısı olmalıdır. Örneğin servetin el değiştirme yöntemini maliye politikası ile yönlendirebiliriz. Rant ve atıl sermayenin yüksek vergilendirilmesi, üretim süreçlerinin ise düşük vergilendirilmesi maliye politikası ile sağlanabilir. Bu sayede sermayenin atıl kalması ve ranta yönelmesi önlenebilir.

Olayı şu şekilde izah edelim: (A) kişisi sermayesini ticarette veya üretim faaliyetinde değerlendiriyor. Girdiği riskler ve aldığı kararlar ile bir çok kişiye iş olanağı sağlayarak faaliyetini büyütüyor. İşte bu kişinin vergisi ve bırakacağı servetin devri, maliye politikası aracılığı ile desteklenir.

Oysa (B) kişisi servetini artan oranda gayrimenkul gibi, kira gibi atıl alanda rant kesimine aktarmaktadır. Diyelim ki 100 daire ve işyeri ile mirasçılarını da aylık 200 bin liralık kira geliri bırakıyor. İşte bu noktada maliye politikası servetin (risksiz ve atıl) yeniden dağıtılmasında devreye girerek bu tür sermaye aktarımını önleyebilir. Ülke sermayesini riske giren, elini taşın altına koyan ve üreten kesimden yana kullanabilir.

Aksi halde ülkede gelir dağılımının düzelmesini beklemek yersizdir. Hatta bugün ADB’de olduğu gibi yeni kuşakların çalışarak yeni servetler ve büyük şirketler oluşturmasını beklemekte imkansızlaşır. Ülkede sermaye-servet üzerinden kast sistemi oluşur ki, bugün ülkemiz bu durumla karşı karşıyadır.

***

Gelelim yeniden özelleştirmeye.

Türkiye, Ak Parti döneminde 59,3 milyar dolarlık özelleştirme yoluyla kamu malını sattı. 1986 yılından bu yana yapılan özelleştirme toplamı ise 67,6 milyar dolara ulaştı. Yani kamu mallarının yüzde 88’i Ak Parti döneminde satıldı. Geçmişte yaptığımız ve büyüttüğümüz kamu mallarının satışı elbette daha iyi bir gelecek kurmak için gerçekleşti. Ama, elde edilen özelleştirme gelirlerinin kamusal yatırımların artması için kullanıldığını bütçe verilerine bakarak söylemek maalesef zor. Çünkü hala köprü ve otoyolları YİD modeli ile gelecek gelirlerimizi ipotek ederek gerçekleştiriyoruz.

Kısaca, onca özelleştirme ve onca artan vergi ve diğer kamu gelirlerine rağmen bizler köprü ve otoyolları gelecek kuşakların gelirlerini ipotek ederek yüksek fiyatlara ihale ediyoruz. 2 milyar dolarlık köprüden 17 yılda 10 milyar dolar geliri şimdiden devlet hazinesinden garanti verebiliyoruz. Dünya’da böyle bir getiri ve garanti olacağını sanmıyorum. Yıllık reel getiri oranının en fazla yüzde 5-6 olduğunu hesaplarsanız, galiba YİD modelinin nasıl bir gelecek ipoteği olduğunu bulabilirsiniz.

***

İşin elbette yeni bir boyutu daha oluşuyor. Varlık fonu...

Bakınız, nasıl ki güçler ayrılığı ilkesi ile demokratik yapının güçlendirildiği bir başkanlık sisteminin bu ülkeye çok büyük kazançlar sağlayacağını söylüyorsak; varlık fonunu da aynı şekilde görebiliriz.

Varlık fonları, fona devredilen şirketlerin rehabilite edilmesi ile değerinin artırılmasını amaçlar. Yani bugün fona devredilen kamu kurumlarının hisse devirlerindeki amaç, bu kamu şirketlerinin daha kaliteli yönetilmesi ile değerlerinin artırılmasını amaçlamaktadır. Aksi halde hisse devrine gerek duyulmazdı.

İkinci nokta ise varlık fonunun gelir alanının yeni değer oluşturulmasına dayanmasıdır. Burada kilit nokta “gelecek satışı” olarak görülüyor. Yani gelecekte elde edeceğiniz değerin bugüne indirgenerek satılmasıdır..

Gelin olayı bir ev ve kirası üzerinden anlatayım: Bir eviniz var ve piyasa fiyatı 500 bin tl... Bu evin aylık kira geliri ise 2 bin TL. Yani bu evden yılda 24 bin lira gelir elde ediyorsunuz.

Şimdi borsayı çok iyi gördünüz ve para istiyorsunuz. Ama evi satamıyorsunuz; komşular ne der yoksa. Bulduğunuz yöntem şu: Evinizin 10 yıllık kira gelirini satarak borsa oynamaya para buluyorsunuz.

Peki, evinizin gelecek kira gelirini kaça satıyorsunuz? Kaç yıllık geliri satıyorsunuz? Parayla borsada oynarken ne kazandınız, ne kaybettiniz... Bunlar bağımsız devlet denetiminden muaf...

İyi bir aile reisi olarak yapmanız gereken şey, ev ahalisine ve çevreye kısa dönemde çok iyi bir hayat sürdüğünüzü göstermek olacaktır. Giyiminiz değişecek, ayakkabılarınız değişecek ve belki de arabanız da değişecek. Ama kısa süreli bu refahın ardındaki gerçekler sonraki yıllarda oluşacak fakirlikle ortaya çıkacak.

İlk yıllarda örnek gösterilecek bir yaşam sürebilirsiniz... Ama sonradan fakirlik kapıya dayandığında 10 yıllık kirayı 240 bin liraya değil de 150 bin liraya, çok ucuza sattığınız konuşulacak. Kısa süreli sefalık hayatı nasıl uzun vadeli istikrara tercih ettiğimiz konuşulacak. Ama tabii ki iş işten geçmiş olacak.

İşte tüm bunların olmaması için kamusal menfaatin ve uzun vadeli olarak düşünülmesi elzem olmaktadır. Bu da sistem kadar yönetim kalitesine bağlı olmaktadır. Çünkü ilkeleri henüz kimse bilmiyor. Aslında yönetimi de...

YORUMLAR (35)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
35 Yorum