Suriye’deki devrimin hatırlattıkları

Geçmiş çağların hayat akışı sade ve durağandı; yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiler şimdiki kadar yoğun değildi. O nedenle asırlar boyunca yönetimlerin keyfiliğine de katlanılabilmişti. Fakat 16-17. yüzyıllarda başlayan ve giderek hızlanan değişim ve dönüşümler, sadece insanların maddi alışkanlıklarını etkilemedi; zihin dünyalarını, insan ilişkilerini, bu ilişkilerin biçimini ve yoğunluğunu, bunlarla ilgili değer algılarını da değişim sürecine soktu.

Bu gerçek Batı’da ortaya çıktı; ağırlıklı olarak düşünür ve entelektüellerin büyük gayretleriyle Batı toplumlarını da dönüştürdü. Her ne kadar yaklaşık 18. yüzyılın sonlarından itibaren Batı’yı izlemeye çalışan bazı Müslüman devlet adamları ve aydınlarda da bir değişim arzusu ve iradesi belirse de, önemli ölçüde ulema çoğunluğunun direnişi ve onların Müslüman toplumlar üzerindeki büyük etkisi yüzünden- bu değişim ve yenileşme iradesi Müslüman toplumlarda bir karşılık bulmadı. Oysa hiçbir değişim ve yenileşme fikri, toplumsal bir iradeye dönüşmedikçe fiilen gerçeklik ve süreklilik kazanamazdı; bunu, Müslüman dünyada iki yüz küsur yıldır yaşananlardan açıkça gördük.

Despotik ve kapalı rejimler, çok güçlü istihbarat örgütlerini de kullanarak, halklarını içeriden ve dışarıdan değişim ve yenileşme bilinçlenmesine kapalı tutarlar. Bunun Müslüman dünyadan örnekleri var; en dramatik örneği de geçen hafta çökertilen Suriye’deki 61 yıllık despotik BAAS rejimidir.

Gerçi Müslüman dünyada yönetimlerin darbelerle değişmesi olağandır; fakat 17 Aralık 2010’da Tunus’un bir kentinde seyyar satıcılık yapan bir yoksulun zabıtadan gördüğü kötü muamele yüzünden “Yoksulluğa son! İşsizliğe son!” haykırışıyla kendini yakması üzerine fitili ateşlenen “Arap Baharı”, baskı rejimlerine karşı sivil bir başkaldırıydı. Dışarıdan karşı müdahaleler ve içeriden başkaldıranların kasıtlı-kasıtsız yanlışları yüzünden başarırız da olsa, bu başkaldırılar son derece önemliydi; çünkü –bildiğim kadarıyla- Arap dünyasında despotizme karşı ilk sivil hareketlerdi.

Zannımca bu sivil hareket bilincini oluşturan en önemli motif, –temelde Batı bilimlerinin geliştirdiği teknolojin ürünü yeni bir iletişim ve bilişim ağı olan- sosyal medyaydı. O ağ sayesinde kapalı rejimlerin güçlü istihbarat yapıları etkisiz kılınmıştı. Bu ağın son başarısı, HTŞ (Hey’etü Tahrîri’ş-Şâm: Şam’ı Özgürleştirme Heyeti) öncülüğündeki muhalif grupların 53 yıllık Esed despotizmini devirmesi oldu.

Pazar günü bu yazıyı hazırlarken Karar’da okuduğum habere göre HTŞ lideri Muhammed Golanî, Şam’da hâkimiyeti sağladıktan sonra muhalif ordusuna, “Kardeşlerim, özgür devrimciler! Başınız eğik ve alçakgönüllü bir şekilde Şam’a girin. Kamu kurumlarını ve mallarını koruyun” çağrısını yapmış. Dilerim dediği gibi olur; o ve harekete katılanlar, uzun yıllar acı çekmiş olan Suriye halkına, gençlerine ve çocuklarına karşı “alçakgönüllü” olurlar; “kamu kurumlarını ve mallarını koruyup”, onları halkın huzur ve güvenliği için kullanırlar. Amerika, Rusya ve İran da artık Suriyeli masumların kanlarıyla kızıla boyanmış ellerini görüp, Suriye üzerindeki kirli siyasetlerine son verirler.

***

Suriye halkının bundan sonraki hayatlarını huzur ve güven içinde yaşamaları için Esed rejiminin defedilmesi ve dış güçlerin ellerini ülkelerinden çekmeleri önemlidir fakat yeterli değildir. Bunlar kadar önemli olan başka bir husus da, baskıcı rejimi deviren grupların ve daha sonra yönetime gelecek olanların, yaşananlardan ders alarak, kendi insanlarına değer vermeleridir; onların can, mal ve onurlarına; kısaca temel insan hak ve özgürlüklerine saygı kültürünü ülkelerine yerleştirmeleridir.

Lider Golanî, yarım da kalsa, Şam Üniversitesi’nde iletişim eğitimi almış. Dolayısıyla bir iletişimci sayılır. Mesajında kullandığı terimler çok önemlidir ve ümit verici görülebilir. Harekete katılanlara “kardeşlerim” diye hitap ediyor ve onları “özgür devrimciler” diye niteliyor. Umarım, kurulacak yeni yönetim, tüm Suriye halkını da kardeş ve özgür insanlar olarak görür. Anılan mesajın belki en önemli kısmı, “Başınız eğik ve alçakgönüllü bir şekilde Şam’a girin” cümlesidir. Çünkü Müslüman toplumlarda şimdiye kadar çok az yönetici kendi halkına karşı “başı eğik ve alçakgönüllü” oldu.

Yönetimde alçakgönüllülük bir ahlak kültürü meselesidir ve maalesef Müslüman toplumların siyaset hayatında bu kültür gelişmemiştir; halen söylemde olmasa da uygulamada halkı “kul” görme şeklindeki iğrenç tavır az veya çok devam etmektedir. Bunun en açık tezahürlerinden biri de Müslüman toplumların tamamına yakınında halkın çektiği maddi ve psikolojik baskı ve sıkıntıların yönetenler tarafından ya hiç veya gerektiği kadar önemsenmemesidir.

YORUMLAR (36)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
36 Yorum