Şu Kayı Boyu efsanesi
Oğuz kabile jeneolojisine göre bir boy Gök Alp’den gelirse Kayı olamaz
Malum okulların müfredatı değişiyor. Şimdi bakınca görülmeyen nice ayrıntıyı ancak kitaplar yazılınca görebileceğiz. Meselâ, Osmanlı Beyliği’nin kuruluşu konusu anlatılırken yine o kadim Kayı Boyu efsanesini tarihî bir gerçek gibi işleyip öğrencilere belletecek mi tarih ders kitapları? Bülent Arı’nın bir tebliğinde dikkat çektiği üzere Osman Bey’in hiçbir tarihî kaynakta bahsedilmeyen annesinin adının “Hayme Ana” olduğunda da ısrar edecekler mi?
Bunları henüz bilmiyorum ama bu Kayı Boyu efsanesinin toplumda ne denli yerleştiği aşikâr bir gerçek ve bunda tarih eğitimimizin rolü herhâlde efsaneyi çıkaran eski Osmanlı kroniklerinden daha büyüktür. Osmanlıların, Kayı olmalarının ne önemi vardır gibi bir soruya kafa yormak yerine belletileni amentü gibi tekrarlamak, eleştirel bakanlara veya hafif bir şüphe belirtenlere mukaddesata dil uzatmış gibi tepki vermek olağan hâllerimizden.
Yedi sekiz yıl önce bir televizyon programında Osmanlı’nın Kayı’dan olduğunu söyleyen kaynaklar kadar olmadığına işaret eden kaynakların da mevcut olduğunu dolayısıyla bu hususta bu kadar emin olmamak gerektiğini söylemiştim. Günlük bir gazetede nedense müstear adla yazan bir tarih-şinâs, bunu diline dolamış, Osmanlı’nın Kayı boyundan gelmediği yolundaki bu “hatama” özel bir önem atfetmiş ve aşırı cehaletime yormuştu. Yani ilk mektep okuyan çocuklar biliyordu da ben bilmiyordum. Şimdi de, mitinglerde, kitlesel toplantılarda gök zemin üzerine boy damgalı nev-icat “Kayı bayraklarının” sil baştan keşfedilmiş bir kimliği vurgulamak için nasıl bir şevkle dalgalandırıldığına veya “Kayı Obası” maceralarını Uzak Doğu filmlerinden fırlamış kostümlerle canlandıran dizilerin-filmlerin gördüğü rağbete bakarak efsanenin her zamankinden daha canlı olduğunu söyleyebilirim. Osmanlı Kayı’dır. Şüpheniz mi var?
Fuat Köprülü
Evet var. Sadece benim değil bütün bir ilim camiasının… Hep oldu. Anadolu topoğrafyasında Kayı isimli 94 yer ismi tesbit eden ve Oğuzlar hakkındaki çalışması hâlâ aşılamayan merhum Faruk Sümer’in çok ciddî şüpheleri vardı. Hatta efsanenin bugün belki Türkiye’deki gücünü herkesten daha fazla borçlu olduğu Fuat Köprülü bile ilim hayatının bir noktasında, sonradan bu konuda kendisiyle açıklaması güç bir tartışmaya giriştiği Paul Wittek gibi düşünmüştü:
“Nitekim ben de bir zamanlar P. Wittek’in yukarıda hulâsa ettiğim düşüncelerinden farksız mülâhazalara dayanarak, ‘Osmanlı sultanlarının Kayı’lardan olmadığı ve bunun, sonraki müellifler tarafından hususî bir maksatla uydurulduğu’ mütalâasında idim; ve daha 1925 yılında bu fikrimi kısaca ortaya atmıştım.”
Fikrini niçin değiştirdiğini açıklayarak Wittek’e cevap veren 1943’teki Köprülü’dense bence, 1925’teki Köprülü’nün görüşleri isabetliydi. Dahası, Köprülü’nün yeni hiçbir belge veya kayıt bulunmaksızın görüşlerini değiştirmesi ve mevcut kaynakları çok üstünkörü, hatta bilgi saklayacak surette seçerek kullanması çok sorunludur. Neydi mesele, dilim döndüğünce anlatmaya çalışayım.
Yalnız, tarihî gerçekler karşısında efsaneleri parlatırmış türü bir izlenim uyandırarak Köprülü’ye bir haksızlık yapmak istemem. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Etnik Menşei Mes’eleleri adlı çalışmalarında, Osmanlı’nın Kayı boyundan olmasının Osmanlı’nın kuruluşu açısından önemli olmadığını defalarca vurgulamıştır: “Osmanlılar’ın Moğol cinsinden olmayıp Oğuzların Kayı boyuna mensub olması, yukarıda söylediğim gibi, hâdiselerin tarihî yürüyüşü üzerinde hiçbir suretle müessir olmamıştır.”
Israrla söylediği budur. Dolayısıyla, tartıştığı Wittek’in, Osmanlı’yı küçük bir kabilenin kurmuş olamayacağı yolundaki görüşüne aslında pek de uzak durmaz. Ona göre, Osman Gazi, “Bizans hudutlarında yaşayan ehemmiyetsiz bir Kayı oymağının” beyidir:
“Lâkin, vaktiyle de ısrarla söylemiş olduğum gibi, devletin kuruluşunda, bunun hemen hiçbir te’siri olmamış ve Osmanlı Beyliği’nin siyasî tekâmülünde, hatta ilk safhalarda bile, hiçbir tribal te’sir kendini göstermemiştir. İşte bundan dolayıdır ki, imparatorluğun kuruluşundaki maddi ve mânevi her türlü âmilleri birer birer tetkik ederken, bu büyük hâdisede hiçbir rolü olmayan bu tribal menşe’ mes’elesinin ehemmiyetsizliğini açıkça tebarüz ettirmekten hiç çekinmemiştim.”
Öyleyse, Köprülü’nün, Osmanlıların gerçekten de Kayı boyundan olduğuna dair kesin tarihî deliller bulduğunu ve kendisi bir önem atfettiğinden değil salt tarihî bir olguyu saptamak uğruna Kayı savunusuna giriştiğini veya böylesi delillerin yokluğunda güçlü karinelere dayanarak mantıkî argümanlar ileri sürdüğünü düşünmek durumundayız. Fakat biraz önce de söyledim, böyle bir şey de meydanda yok!
Köprülü’nün kaynak değerlendirmesi ve bir grup kaynağı başka bir gruba tercihi bilâkis fevkalâde sıkıntılıdır. Ona göre, Ahmedî’nin İskendernâme’si, anonim Târih-i âl-i Osman’ların birçoğu, Behcetü’t-Tevârih, Âşıkpaşazâde Tarihi ve Oruç Bey Tarihi gibi birtakım vekâyinâmeler, Osmanlıların sadece Oğuz’lardan olduğunu söyler ve hangi boydan geldiklerini tasrih etmez. Fakat II. Murad döneminde yazılan Yazıcıoğlu Ali’nin Selçuknâme’si, Edineli Ruhî ve Lûtfî Paşa Tarihleri ve İdrîs Bitlisî’nin Heşt-Behişt’i Osmanlı hânedânının ve maiyetindeki kabilenin Kayı’lardan olduğunu açıkça söyler.
Gerçekten de Yazıcıoğlu Ali’nin büyük ihtimalle 1423 yılında kaleme aldığı Tevârih-i Âl-i Selçuk’da Osmanlı hanedanının, Oğuz boylarının en “ulusu” olan Kayı’dan geldiği vurgulu bir şekilde söylenmektedir. Wittek de zaten bu noktaya dikkat çekerek 15. Yüzyılda ortaya çıkan bu rivayeti şüpheli bulmuş, başka kaynaklarda farklı rivayetler olduğunu, ancak Yazıcızâde’nin eserinden sonra II. Murad’ın sikkelerinde Kayı damgası kullanıldığını ve Osmanlı hanedanının Kayı olmayı benimsediğini söylemişti.
Köprülü, neden Yazıcızâde’deki kaydı, bununla açıkça çelişen diğer kayıtlara tercih ettiğini söylemiyor. Hoş, bununla açıkça çelişen kayıtlar olduğunu da söylemiyor ki. Belki Yazıcızade’nin adlı adıyla “Kayı” diye yazması ve Osmanlı hanedanının bir kararsızlık ve belirsizlik döneminden sonra nihayet Kayı’da karar kılması birer sebeptir. Belki de kendisinin, Kayı efsanesinin, Osmanlı hanedanının Kayı boyunun hangi aşiretinden (Karakeçili) olduğuna varıncaya kadar “yeniden hatırlandığı” Abdülhamid döneminde eğitim görmüş olması bu tercihte rol oynamış olabilir.
Köprülü’nün Osmanlı’nın Kayı’dan olduğunu ispatlamak uğruna serd ettiği mantıkî deliller de hiç kuvvetli değil. Osmanlı sultanları kendilerine “yalandan bir silsilenâme uydurmak isteselerdi”, Selçuklu hanedanını yetiştiren Kınık kabilesine mensup olduklarını iddia ederlermiş. Köprülü, üstelik Oğuz boyları hiyerarşisi içinde Gün Han’ın “büyük oğlu” Kayı’nın en prestijli boy olduğunu kendisi de kabul ettikten sonra, Osmanlıların başka bir hanedanın mensup olduğu kesin olan boya neden aidiyet iddia edeceklerinin hiçbir açıklamasını yapmamıştır. Kendi bağımsızlığı ve siyasî meşruiyetinin peşinde olan bir hanedanın 15. Yüzyılda, çoktan ortadan kalkmış ve hiçbir meşruiyeti mevcut olmayan bir hanedanla aynı boyu iddia etmeleri bilâkis tuhaf olmaz mıydı?
Aynı şekilde, “Eğer Osmanlılar bunu hiç yoktan uydurmuş olsalardı, o sırada Anadolu’da bulunan Kayı aşiretine mensup oymaklar, hattâ diğer aşiretler buna inanmayacaklardı. Çünkü, XV. Asır başlarında Anadolu’da henüz kabile an’anelerini saklıyan göçebe kabileler pek çoktu...” diyor. “Gerçeği bilenler varken nasıl bir uydurmaya gidilebilir?” şeklinde özetleyebileceğimiz bu akıl yürütmesi de hiç ikna edici değil. Evvela yöntemsel bir itiraz: 15. Yüzyılda, Anadolu’daki göçebelerin şu veya bu yoldaki Osmanlı iddiasına nasıl bir tepki verdiklerini gösteren bir veriye sahip değiliz ki… Belki feci hâlde karşı çıkmışlardır, belki de Anadolu’nun en güçlü hanedanının kendileriyle aynı boydan olduğu iddiasından gurur duymuşlardır. Tabii burada bir de iç tutarsızlık var, boy yapılarının çözüldüğü ve göçebelerin gittikçe marjinalleştiği bir dünyada, (hani hiçbir tribal tesir yoktu) Osmanlı hanedanı böyle göçebe bir kamuoyunu niye dikkate alacaktı ki?
Gelelim, Kayı’dan başka bir boyu işaret etmelerini Köprülü’nün görmezden gelerek bastırdığı diğer kaynaklara. Yazıcızâde’den de eski olan Ahmedi, Bitinya ucuna sefer yapan hayalî bir Selçuklu sultanı Alâaddin’i anlatırken, “Gündüz Alp, Ertuğrul anınla bile / Dahi Gök Alp ü Oğuzdan çok kişi/Olmuş idi ol yolda anın yoldaşı” diyor. Ertuğrul’u biliyorsunuz, Gündüz Alp de aileden, aslında Osman’ın gerçek dedesinin adı. Peki, Gök Alp dediği kim oluyor? Ben bağlama ve Oğuz referansına bakarak belirli bir seferde bulunan bir kişinin değil de Gök Alp [Han] kolundan Oğuzların kastedildiğini düşünüyorum. Yanılabilirim tabii ki.
O zaman yanılma payım sıfır olan başka bir örnek vereyim. Aşıkpaşazâde, “Devrümde olanı defter etdüm / Oğuzdan olan Gök Alpa gitdüm” diyor. Gök Alp yine çıktı mı karşımıza? “Yok bu da açık değil” derseniz “Gök Alpun nesli Osman gör ne kopdı” ifadesi nasıl? Uzatmayayım, Aşıkpaşazâde, Osmanlı soyunun son kertede kimden geldiğini anlatırken “Elhâsıl Gök Alp neslidür kim Oğuz Han oğlıdur” diyor. Zaten eserinin başında verdiği hayâlî silsilede de “Gök Alp ibn-i Oğuz” diye açıklık var. Oğuz Han’ın oğlu olan bir Gök Alp! Oğuz kabile jeneolojisine göre bir boy Gök Han/ Alp’den gelirse, istese de Kayı olamaz. Peki, Fuat Köprülü bu jeneolojiyi bilmiyor muydu ki Kayı rivayetinin, diğer rivayetle “tezat” teşkil etmediğini “sadece onu tamamlayıcı” olduğunu söyleyebilmişti? Ama bunu yapabilmek için evvela başka kaynakların diğer boyları işaret etmediğini sadece genel olarak Osmanlı’nın Oğuz’dan olduğunu söylediklerini yazmak gerekir ki o da öyle yapmıştı zaten.