Suriye politikasının siyasi hedefi ve aşil topuğu
Türkiye’nin Suriye politikasının siyasal hedefleri neler? Aslında bu sorunun cevabı herkes için aşikar olmalıydı. Nihayetinde, yaklaşık 9 yıldır Türkiye dış politikasının en can alıcı meselesinden bahsediyoruz. Ancak durum hiç de öyle değil.
Türkiye’nin Suriye politikasının operasyonel detaylarına epey vakıf durumdayız. Fakat Suriye politikasının bu aşamadaki siyasal ve stratejik hedeflerine dair aynı şekilde bir kafa netliğine sahip değiliz.
Hele hele izlenen operasyonel yöntemlerle dile getirilen siyasal hedeflerin birbirleriyle ne kadar uyumlu oldukları da tartışma götürür nitelikte.
Bu tespit Türkiye’nin Suriye’de kısa ve orta vadeli olarak belli başlı hedeflere sahip olmadığı anlamına gelmesin. Türkiye’nin tabii ki böyle hedefleri var. Mesela, Türkiye’nin sınırları üzerindeki mülteci baskısını azaltmak, ortaya çıkabilecek bir radikalizm dalgasından korunmak, Suriye’de siyasal süreci etkileyebilmek için siyasal sürece kadar sahada güçlü bir askerî varlık bulundurmak, siyasal süreçte sadece PYD-YPG’nin otonom bir bölgeye sahip olmasını değil aynı zamanda Suriye Kürtlerinin Suriye’de anlamlı ölçekte siyasal ve kültürel haklara sahip olmalarına engel olmak ve benzeri arzular, Türkiye’nin Suriye’deki başlıca hedeflerini oluşturuyor.
Bütün bunların yanı sıra, Suriye’ye müdahil olan aktörler arasında Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısına muhtemelen en fazla vurgu yapan ülke de Türkiye. Bunun da nedeni gayet basit: Kürt meselesi.
Şüphesiz Ankara’daki yetkililer Türkiye’nin Suriyeli Kürtler ve onların kültürel ve siyasal haklarıyla bir sorunu olmadığını, bunun yerine terör örgütleriyle mücadele ettiğini söyleceklerdir. Fakat Ankara’nın bizatihi sahada ortaya koyduğu pratik, Türkiye’nin Suriyeli Kürtlerin siyasal veya kültürel haklarını sorunsallaştırmadığına dair bu söyleminin altını boşaltıyor. Türkiye’nin YPG-PYD’yi de aşan bir şekilde bir Kürt ve Kürtçe meselesi var Suriye’de.
Türkiye’de HDP’li belediyelere kayyum atanır atanmaz belediye tabelalarında, parklarda, bahçelerde ve diğer umumi yerlerde Kürtçenin sildirilmesi girişiminin benzerlerini Suriye’ye yapılan askeri operasyonların sonrasında da şahit olduk.
Türkiye’nin gerek Afrin gerek Kuzeydoğu Suriye operasyonundan sonra yaptığı faaliyetlerin başında yine Kürtçenin kurum, kuruluş isimlerinden ve tabelalardan çıkarılması geldi. Kürtçe’nin kamusal alanda görünmez kılınması veya kamusal yaşamın dışına itilmesi neredeyse her iki durumda da ilk yapılacaklar listesinin başına yazılmış gibiydi. Bu tutum merkezî bir irade veya kararın eseri mi bilinmez. Fakat bu tutum merkezî bir kararın olmasa dahi merkezî bir zihniyetin eseri olduğu aşikar. Kürtçeyi, mahkeme kayıtlarında bilinmeyen dil ve Meclis tutanaklarında ise x dili olarak kodlayan zihniyet. Türkiye’nin dününü esir alan ve bugününün üzerine de karabasan gibi çöken zihniyet. Ne yazık ki, Türkiye’nin bu şekilde sınırları aşan Kürt veya Kürtçe sorunu onun sadece iç politikasını değil aynı zamanda dış politikasını da felç ediyor. Siyasal yaratıcılığını öldürüyor. Mevcut haliyle, Kürt meselesi bütün cesametiyle Suriye’ye ihraç edilmiş ve Türkiye’nin Suriye politikasını esir almış durumunda.
Nihayetinde, Kürtçe ile bu şekilde sorunu olan devletin/iktidarın, Kürt veya Kürtlerin siyasal ve kültürel haklarıyla ilgili bir sorunu olmadığına dair söyleminin tutarsızlığı ortada. Bunun haricinde bu durum diğer aktörlere Türkiye’yi Kürt meselesi üzerinden terbiye etme imkanı da veriyor.
Yeniden Suriye’deki siyasal hedeflere dönecek olursak; siyasal süreçte Türkiye, Suriyeli muhalifler için ne tür haklar talep edecek? Siyasal şeceresi zulüm, kıyım ve katliamlarla bezeli olan Baas diktatörlüğünün en azından şu an hala Şam’da olduğu ve muhaliflerden öç almak için her yola başvuracağı dikkate alınırsa, Suriyeli muhalifler Esad’ın gazabından nasıl bir siyasal ve idari yapıyla daha iyi korunabilir? Daha doğrudan soracak olursak, Suriye’nin birçok bölgesinde ikinci Hamaları ne yazık ki önleyemedik; peki bunun, muhalefetin elinde kalan son bölgelerde tekrarını nasıl bir siyasetle önleyebiliriz? Suriye’nin katı merkeziyetçi bir yapıyla yoluna devam etmesi mümkün mü? Hatta şöyle soralım, Suriyeli muhaliflerin hakları veya hukuku katı merkeziyetçi bir yapıyla mı daha rahat korunur yoksa daha ademimerkeziyetçi bir yapıyla mı? Suriye’de ademimerkeziyetçi bir sistem illa kimlikler üzerinden mi tesis edilmeli? Böyle bir yapının idari üniteler üzerinden tanzim edilme imkanı yok mu? Bu noktada Türkiye, muhaliflerin sistemde nefes alabilmeleri için ihtiyaç duyduğu kısmi güç paylaşımıyla daha ademimerkeziyetçi bir model ile izlediği Kürt siyaseti (veya daha doğru bir tabirle sahip olduğu Kürt alerjisi) arasında nasıl bir optimum nokta bulabilir? Yine, Türkiye’nin Suriye politikasının muzdarip olduğu Kürt açığının giderilmesiyle Suriyeli sahipliği ve Arap aktörlüğünün güçlendirilmesi nasıl bir formülle mümkün olabilir?
Suriye’de rejim değişimi ajandasını fiili olarak terk etmiş olan Türkiye’nin, Suriye politikasında sürekli pansuman tedavilerle mi yol alacağı yoksa daha anlamlı bir siyasal çözümün zihni ve siyasal tasavvurunu mu ortaya koyacağını bu sorulara vereceği cevaplar belirleyecektir.
Burada da, ne yazık ki, Türkiye’nin Suriye politikasının sürdürülebilir olması için ihtiyaç duyduğu siyasal oksijenle izlediği Kürt siyaseti birbirleriyle çatışıyor.