Diyanet raporu, Görmez hoca ve Türkiye’nin imaj sorunu...
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Din İşleri Yüksek Kurulu “Kendi Dilinden FETÖ: Örgütlü Bir Din İstismarı” isimli kapsamlı bir FETÖ raporunu geçen hafta yayınladı. Fethullah Gülen’in kendi söylemleriyle verdiği vaazlara yoğunlaşan rapor, sayısız örneklerle donatılmış kapsamlı ve titiz bir çalışmanın ürünü. Söylem analizi açısından zengin bir rapor. Rapor şu ana kadar herhangi bir devlet birimi tarafından yayınlanan en nitelikli çalışmaların başında gelmektedir. Meselelerle yüzleşme geleneği nakıs olan devlet veya kamu için sevindirici bir gelişme. Fethullah Gülen’in eski bir Diyanet memuru olması ve Diyanet’e bağlı olan camiileri kendi örgütsel hedefleri için çok fonksiyonel bir şekilde kullanabilmesini dikkate alacak olursak, bu rapor aynı zamanda Diyanet’in kendi tarihiyle de yüzleşmesi manasına geliyor.
Ne yazık ki devlet ve siyaset diğer birçok meselede olduğu gibi FETÖ dosyasında da cezalandıran fakat yüzleşemeyen bir siyaset izliyor. 17-25 Aralık operasyonlarının üzerinden yaklaşık 3.5 yıllık bir süre geçti. Yine 15 Temmuz darbe girişiminin sene-i devriyesini daha yeni yaşadık. Bu geçen süre zarfında Fethullahçılık veya FETÖ’nün bazı yönleriyle ilgili çok şey öğrenirken diğer yönleriyle alakalı çok az şey biliyoruz. FETÖ’nün siyasetle kurduğu ilişki hala en az deşilen ve bilinen konuların başında gelmektedir.
Bu nedenle, FETÖ’nün dini alanla kurduğu ilişkinin bu şekilde deşilmesi değerli bir adım. Bundan sonra sadece FETÖ değil, FETÖ-vari yapıların bir daha türeyememelerine ve devlette bu şekilde yuvalanamamalarına yönelik kafa yorulmasına ve stratejilerin geliştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü klişe ifadeyle anlatacak olursak, Allah ile aldatma ve dinle kandırmanın yaygın bir pazarı var. Bu meselenin üzerinde esaslı bir şekilde çalışılması gerekiyor.
Ne yazık ki Diyanetin bu raporu, Mehmet Görmez Hoca’nın Diyanet İşleri Başkanlığı görevini bırakacağı söylentilerinin yoğunluk kazanmaya başladığı bir döneme denk geldi. Ve muhtemelen kısa bir süre sonra Görmez Hoca’ya görevden el çektirilecek. Bu söylenti ortaya çıktığından beri sosyal medya ve diğer mecralarda yazılıp çizilenler bu kararın kamusal vicdanda pek kabul görmediğini gösteriyor...
Görmez, Cumhuriyet tarihinin en nitelikli Diyanet İşleri Başkanlarından biri. Ehliyet ve liyakat sahibi birisi... Örneğin, Diyanet’i dünyaya taşıma, çocukları camiilere dahil etme ve camiilerle dini ucuz dizilere paspas etmeme kararında da nitelikli bir duruş sergiledi.
Fakat niteliğin bir değer değil, yük olduğu zamanlardan geçiyoruz. Hedef alınan veya rahatsız olunan bir şeye dönüştü nitelik, ehliyet ve liyakat sahibi olmak. Zaten, Mehmet Görmez’in sadece FETÖ’cüler tarafından değil diğer birçok odak tarafından hedef alınması bunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. En son operasyonel bir medya grubunun sistematik bir şekilde Görmez’e yönelik bir karalama ve itibar suikasti kampanyasına şahit olduk. Rahatsızlık konusu olan ise, sadece bir medya grubunun daha önce Fethullahçı medyanın yaptığı gibi Görmez’e yönelik bir karakter suikastine girişmesi değil, bu kampanya karşısında konuşması gerekenlerin sessizliklerini korumasıydı. Zaten bu mahalle gittikçe profesyonel bir coşku ile pozisyonel bir sessizlik arasında sıkışıp kalan bir görüntü arzediyor. Buradan da ne ülke ne de millet için bir hayır çıkar.
Türkiye’de son yıllarda artan bir dozajda ülkenin imajını nasıl düzeltiriz tartışmaları yapılıyor. Fakat bu tartışmaların çoğunluğunda iki hayati husus özellikle ıskalanıyor. Siyasal imaj veya ülkelerin imajı güçlü bir siyasal öykü ve nitelikli bir insan gücüyle yakından ilintilidir. Yani, imaj veya PR aynı zamanda bir HR (insan kaynağı) ve siyasal öykü meselesidir. Aynı hususlar nitelikli siyasi ve devlet kurumlarının da saygınlığı için elzem olan hususlardır. Daha önce AK Parti dönemini diğer dönemlerden ayıran özelliklerini sayarken, bu dönemde kamu kurumlarının şahsiyet kazandıklarını ve vizyon genişlettiklerini dile getiriyorduk. Son dönemlerde Türkiye’nin yetişmiş nitelikli insan sermayesinin hoyratça harcanmasının da katkısıyla tam tersi bir süreç yaşanıyor.
Siyasetin siyasal iletişim veya imaj yönetimine indirgendiği, nitelikli insan gücü veya kadroların müsrif bir şekilde heba edildiği bir denklemde Türkiye’nin ne imaj sorunu çözülebilir ne de siyaset krizi hal yoluna koyulabilir.