Afrin Operasyonu ve ötesi
“Çözüm süreci neden çöktü?” sorusuna kestirmeden Suriye’deki gelişmeler yüzünden cevabı verilir. Suriye’deki kriz ortamından PYD-PKK hem ABD hem Rusya hem de İran’la kurduğu ilişkiler sayesinde geniş bir alanı yönetme imkanını elde etti. Bu resimden hareketle PKK erken bir zafer sarhoşluğuna kapıldı. Hem Türkiye hem de bölgeye dönük projeksiyonlarında daha maksimalist bir noktadan hareket etmeye başladı. Arap Baharı’ndan bir Kürt Baharı kotarmaya çalıştı. Bu aşırı özgüven iç ve dış politika okumalarını zehirledi. PKK, birbiri ardına hesap hataları yapmaya başladı. Mesela 7 Haziran seçim sonuçlarını yanlış okudu. Bu sonuçları toplumun Kürt meselesinde siyasal sürece verdiği destek olarak okumak yerine, bunu AK Parti ve Erdoğan’ın siyasal ömürlerinin hitama ermesi olarak değerlendirdi. Şehir savaşları akıl tutulmasının da gösterdiği üzere PKK kendisini post-AK Parti veya post-Erdoğan dönemine göre konumlandırmaya çalıştı. Böylesi bir konumlanmayla beraber kendisinin içeride ve dışarıda yeni ittifak ilişkilerini geliştirebileceğini varsaymış olmalı. AK Parti ve Erdoğan karşıtlığına fazlasıyla yatırım yaparak PKK, post-AK Parti/Erdoğan döneminin makbul bir aktörü olmayı ümit ediyor olmalıydı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Çözüm Süreci çöktü.
Yukarıda da ifade ettiğim üzere, PKK burada iki temel okuma hatası yaptı. Birincisi, Gezi Parkı protestolarından 7 Haziran seçimlerine kadar geçen süredeki gelişmeleri AK Parti’nin siyasal miadını doldurması olarak okudu. İkincisi, PYD-PKK, Suriye’de 2012 yılından itibaren yaşanan gelişmeleri ve bugün ABD’yle post-IŞİD dönemine taşıyacağı belirginleşen ilişkilerini kendisinin yarı-devletleşme sürecine girmesi olarak okudu. Tabii ki bunun yanında, Türkiye ile PKK’nın çözüm algıları arasında her daim dramatik bir makas varola geldi.
Şimdilik meselenin iç politikaya bakan kısmını bir kenara koyacak olursak, Suriye’deki gelişmeler Türkiye’deki Çözüm Sürecinin hem başlamasında hem de sonlanmasında başat bir rol oynadı. Buradaki sebep - sonuç ilişkisi üzerinden yapılan tartışmalar belli bir süre sonra bizi bir açmaza götürüyor. Suriye’deki gelişmeler konusunda Türkiye ile PKK bir uzlaşıya varamadığı için mi çözüm süreci çöktü? Yoksa çözüm süreci çöktüğü için mi Türkiye ile PKK Suriye’de yeniden sıcak çatışma eksenine girdiler? soruları sanıldığı kadar cevaplanması kolay olmayan soruları temsil ediyorlar. Fakat bilinen bir gerçek var ki Suriye krizi, çözüm sürecinin akıbetinde, Türkiye - PKK’nın mücadele tarihinde, Kürt meselesinin siyasal çözüm serüveninde ve Türkiye ile bölgesel Kürt’ler arasındaki ilişkilerin seyrinde merkezi bir konuma sahip.
***
Zaten Suriye krizinin Türkiye siyasetine etkisi bunlarla da sınırlı değil. Daha önceki bir yazımda da belirttiğim üzere Suriye krizinin Türkiye siyasetine, toplum ve elitlerin siyasal psikolojilerine yaptığı etkiyi Sevr sendromuna benzetebiliriz. Yani Sevr sendromunun Türkiye’nin siyasal bilincinin ve psikolojisinin oluşmasında oynadığı rolün benzerini Suriye sendromu Türkiye’nin hem bugününün hem de geleceğinin şekillenmesinde oynayacak gibi duruyor. Türkiye’nin artık nurtopu gibi bir Suriye sendromu var. Hem toplumsal hem de siyasal alanı şekillendiren ve yönlendiren bir sendromdan bahsediyoruz.
Bu durumun yansımalarını siyasal elitlerin psikolojilerinde açık bir şekilde görüyoruz. Çözüm sürecinin çökmesi, Suriye’deki krizin derinleşmesi ve PYD’nın orada alan kontrolünün genişlemesine paralel olarak, Türkiye’deki devlet erkanını her geçen gün artan bir dozda PKK-PYD veya Kürt koridoruna hapsedilme korkusu sarmaya başladı. Arap Ortadoğu’sundan coğrafik ve demografik olarak kopma kaygısı karar alıcılarda baskın bir şekilde görülmeye başlandı.
Bu siyasal psikoloji yeni bir dönemin habercisi konumundaydı. Normalde, Suriye’deki gelişmelerin başlamasında başat rol oynadığı Çözüm Süreci hem içerideki hem de dışarıdaki Kürt’lerle yeni bir ilişki tarzının ortaya konulmasına vesile olması ümit ediliyordu. Bu beklenti en kestirme ifadesini Kürt’lerle beraber büyüme yargısında buluyordu. Fakat bu sürecin çökmesi yukarıda mevzubahis edilen yepyeni bir siyasal psikoloji ortaya çıkardı. Özel olarak PKK-PYD, genel olarak Kürt’lerle terbiye edilme kaygısı ve korkusu karar alıcılarda tekrardan baskın bir şekilde görülmeye başladı. Kuşatılma ve küçültülme korkusu bu yeni dönemin en belirgin duygusu veya psikolojisi haline geldi. Afrin, bu duygu ve psikolojinin sınır ötesi askeri bir operasyona dönüşmesinin adı konumunda.
Afrin operasyonuyla PKK-PYD Türkiye ilişkilerinde yeni bir safhaya giriyoruz. Bu yeni çatışmalı faz, sadece her iki aktörün kendi aralarındaki ilişkilerini değil aynı zamanda her iki aktörün geliştirdiği veya sahip olduğu bölgesel ve uluslararası ittifak sistemlerini de şekillendirmeye namzet görünüyor. Afrin operasyonunun da açık bir şekilde ortaya çıkardığı gibi hem PKK-PYD’nin ilişki ağları hem de Türkiye’nin ABD ve Rusya gibi süper güçlerle sahip olduğu ilişkilerinin mahiyeti bu süreçten ciddi manada etkilenecek gibi duruyor.
Bu aşamada aşağıdaki soru üzerinde etraflıca düşünmekte yarar var: Bir operasyon olarak Afrin’in mahiyeti gayet açık bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Peki bir siyaset olarak Afrin neye tekabül ediyor veya etmeli? sorusu henüz aynı netlikte cevaplanabilmiş değil.