Toplumun stres transferi…
Naci Görür Hoca’nın riskli fay hatlarını gösterip uyarıda bulunurken kullandığı ifade dikkatimi çekiyor; “bölgedeki stres transferi artıyor.”
Stres transferi artıyor, yer kabuğu patlıyor. Bu kadar net, bu kadar kesin.
Deprem dünyanın her yerinde aynı şekilde oluyor. Ama dünyanın bazı yerlerinde insanlar ölüyor, bazı yerlerinde ölmüyor.
“Deprem değil bina öldürür” diyoruz hep birlikte değil mi?
O zaman şöyle soralım ve cevabını birlikte arayalım;
Öldüren bu binalar neden bazı ülkelerde var bazı ülkelerde yok?
Bakın yeryüzünün bir demokrasi endeksi var. Bu endeks bize gösteriyor ki;
Demokrasiyi öldürenler çürük binalarda halkını da öldürüyor.
İndeks, 167 ülkede demokrasinin durumunu ölçüyor ,beş temel kategoride derliyor.
Demokrasiyi şekillendiren unsurlar;
- Seçim süreci ve çoğulculuk
- Sivil özgürlükler
- Devlet fonksiyonları
- Politik katılım
- Politik kültür…
Buna göre de ülkeler sınıflanıyor.
Tam demokrasiler, sivil özgürlüklere ve temel siyasi özgürlüklere sadece saygı duymakla kalmayıp, aynı zamanda demokratik ilkelerin gelişmesine elverişli bir siyasi kültür tarafından da destek verilen uluslar. Bu ulusların geçerli bir hükümet kontrolleri ve dengeleri sistemi, kararları uygulanan bağımsız bir yargı sistemi, yeterli şekilde işlev gören hükûmetler, çeşitli ve bağımsız medyaları var.
Depremler ülkesi Japonya bu tanımlarda “tam demokrasi” sınıfına dahil. Japonya’nın demokrasi puanı 8,33.
Türkiye’nin puanı 4.35.
167 ülke arasında 103.sıradayız. Ülkemiz ancak “karma rejimler” sınıfında yer bulmuş kendisine.
Karma rejimler, düzenli seçim sahtekarlıkları yapılan, adil ve özgür demokrasi olmaları engellenen uluslar.
Bu uluslar genellikle bağımsız olmayan yargı, yaygın yolsuzluk, medyaya uygulanan taciz ve baskı, güçsüz hukukun üstünlüğü ve az gelişmiş siyasi kültür alanlarındaki “kusurlu” demokrasilere göre daha belirgin hatalar yapan hükûmetlere sahip.
Resim net… Japonya’da deprem olur insanlar ölmez. Türkiye’de deprem olur, biz ölürüz… Çünkü orada demokrasi var, burada yok.
Demokrasisi kusurluysa, yolsuzluk yaygınsa, yargı adil değilse ve toplumun da böyle bir nefes borusu açma talebi yoksa otoriter rejimin hayat bulması, saltanat sürmesi de kaçınılmaz oluyor.
Otoriter rejimde yargı işlenen suçları görmez, medya pişekar kavuklu olur, siyasetin finansmanını da yandaş müteahhit yapar…
Sonuçta kala kala kabuktan bir devlet kalır geriye.
İktidarın tek kaygısı da iktidarını korumak olur. İktidarı ve saltanatı korumak için de liyakat yerine sadakat var, baskı var, faşizm var, algı var. Doğal olarak da tek bir şey yok; insanı yaşatmak…
Bir afet olduğunda bu gerçek bütün acımasızlığıyla ortaya çıkıyor…
Tek adam yönetimlerinde deprem olunca, suçlu yönetenler dışında herkes olur, hatta ölenler bile suçlu olabilir.
Soranlar, sorgulayanlar zaten devlet düşmanı, vatan hainidir.
Örnek mi?
Sorun Kızılay’ı, çadırları, bakın ne oluyor?
Kızılay sorulduğunda cevap neden “be terbiyesiz, be ahlaksız, be namussuz, be adi” olur? Nedir bu öfkenin ve küfürlerin altında yatan?
Kızılay holdingini, kurduğu on şirketi konuşmayalım diye mi?
Kızılay Çadır ve Tekstil A.Ş’yi ya da bu şirketin çadır fabrikasını devralıp çadır ihracına başlamasını sormayalım diye mi?
“İyiliğin gücüyle insanın ve toplumun onurunu korumak, dirençliliğini artırmak ve ızdırabını dindirmek için çalışmak” amacı olan Kızılay’ın, Kızılay Gayrımenkul ve Girişim Sermayesi Portföy Yönetimi A.Ş isimli şirketi nasıl olur demeyelim diye mi?
Gönüllülük esasına dayalı iyilik derneğinin, açık sermaye şirketlerine yatırım yapan, sermaye piyasası kurallarıyla işleyen yatırım fonu kuran bu şirketi yokmuş gibi mi davranalım diye mi?
Parti uzantısı haline gelmiş, içleri boşaltılmış kurumlar için sorular sormadık hep birlikte. Yapmadık, yapamadık…
Taşan nehirler, çöken madenler, facia yaratan depremler ve bu ülkenin ölen insanları hepsi soramamanın kahredici faturası.
Ama artık hayat, yaşamak için bu kez sormayı emrediyor. Sor, sorgula ve yaşamı tazele.
Afetler karşısında başarısız iktidarlar işte bu sorgulama nedeniyle kaybediyor. Örneğin pandemi karşısında Trump’ın gitmesi gibi…
Kemal Kılıçdaroğlu depremden sonra “ben artık eski ben değilim” dediği gibi biz de artık eski biz değiliz.
Bu sistemin kurbanı olmayı reddedeceğiz…
Seçim yeni bir yol açacak Türkiye’nin önünde.